Çocukluğumun Bayramları
Bir çırpıda büyümek imkanı verilseydi
daha küçücük bir çocukken hiç düşünmeden kabul ederdim. Oysa büyüdükten sonra
ne kadar da hayıflandım küçükken yapmak isteyip de yapamadıklarıma. Hele bir
bayramı daha uzaklarda geçirecek olunca çocukluğumun bayramları ne kadar değer
kazandı gönlümde. Hele o bayramlar ne kadar güzeldi!
En mutlu, en özgür olduğumuz gün olurdu bayramlar. Bir de aldığımız
harçlıklarla kendimizi zengin hissederdik bayramlarda. Babamı bayram harçlığı
vermeye alıştırmak kolay olmadı, haliyle ev kalabalık olunca adamcağızın cebini
sarsıyordu bayramlar. Mehmet ağabeyimin belirli bir standardı vardı; herkese
eşit davranırdı. Tacettin ağabeyimin bayrama gelmesini çok isterdik. Zira en
yüklü harçlığı her zaman o verirdi. Ali ağabeyim! İşte onun ne yapacağı hiç
belli olmazdı. Daha okula gitmediğim, paraları şekillerinden tanıdığım bir
bayramda evde annem ve babamdan sonra ilk önce Ali ağabeyim karşıma çıktı. Beni
kollarımın altından tutup yukarı kaldırarak eğilmeden şapur şupur bir güzel
öpmüş, sonra da “Gülümün bayramı büyük olsun!” diyerek o zamanda bildiğim en
büyük beş bin lirayı kendi elleriyle cebime koymuştu.
Ne kadar sevinmiştim, ne kadar mutluydum. Beş bin liram vardı, dile kolay be…
Ama aldanmışım. Durumu bakkala; büyük bir özgüvenle, bakkalın hepsini satın
alacakmış gibi bir edayla girip cebimde beş kuruş olmadığının farkına varınca
anlamıştım. Nasıl da utanmıştım, yanaklarım kıpkırmızı olmuştu mahcubiyetten…
Koşarcasına çıkmıştım bakkaldan. Ağabeyimin eli gerçekten de beş bin
lirayla cebime girmişti ama aynı el yine beş bin lirayla geri çıkmıştı. Ben de
–saf çocuk – buna kanmıştım.
Çocukluğumun Gündoğmuş’unda bayramlaşmak… Caminin kapısında sıraya girip yaşıtlarımızla
tokalaşıp, büyüklerimizin ellerini öperek sokak aralarına kadar giren sıraları
seyrederken bayramlaşmak… Bayram namazında caminin nereye kadar
dolacağını merakla izler, bayramlaşırken sıranın bankanın yanından dönüp bizim
eve doğru gitmesini isterdim…
Namaz çıkışı geniş bir aile olmanın doğal bir sonucu olarak bizim evde büyük
bir curcuna başlar. Çünkü büyükten küçüğe aile fertleri bayramlaştıktan sonra
kurbanlar kesilecek. Annem her zamanki gibi hazırlık içinde. Dizlerindeki ağrı
ve kemik erimesinin sonucu olarak kollarını yanlara doğru açar ve hafifçe
aksıyormuş gibi yürür. Yüzünde nurani bir tebessüm, alnında çekilen çilelerin
izi birkaç derin çizgi ile bahçede sessiz bir hazırlık içerisinde.
Babam her zamanki gibi bir ordu kumandanı edasıyla herkese emir ve
direktiflerini yağdırıyor:
- Mehmet
çabuk ol,
- Ali
sen daha üzerini değiştirmedin mi?
- Mustafa
bıçakları getir!
- Serdar
narın dibine kan kuyusunu kaz!
- Hamza
gır tekeyi getir!
- Hatun
ateşi daha yakmadın mı?
- Çocuklar!
Çekilin ayağımın altından…
Ve işte büyük an… Bıçağın altındaki
İbrahim’i düşünerek hepimiz ilk kurbanın başına toplanır, ellerimizi kurbanın
üzerine koyar ve babamı bekleriz.
Aslında evimizde kurban duasını bilen
başkaları olsa da babam her bayramda kurbanların duasını eder ve hep birlikte
tekbir getirmeye başlarız. Tekbirin sonu ise “Bismillahu Allahuekber!”
Kesilen ilk kurbanın etinden bahçede
alelacele pişirilen külbastı yıllar geçse de unutamayacağımız en büyük
tatlardan biridir hala. Bu arada soframızın onur konuğu sessizce teşrif eder
bayram bahçemize. Ninem Sütçü Kızı Fatma murt – mersin – ağaçlarının altına
oturur ve başlar geçmişten bir şeyler anlatmaya. Ah Sütçü Kızı yıllar var ki
bayramlarımız sensiz geçiyor…
Ah çocukluğumun bayramları… Şimdi
çocuğumdan ve çocuğu olduğum anamdan babamdan uzakta yalnız bir bayram… Sahi ne
güzeldi çocukluğumun bayramları!
Alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.