Dersi derste öğren. Bir bilginin yarıdan fazlası derste öğrenilir. Anlamadığınız yerlerde öğretmenl

Dersi derste öğren. Bir bilginin yarıdan fazlası derste öğrenilir. Anlamadığınız yerlerde öğretmenl
Yeterki iste! Her yerde öğrenir, her yerde öğretirsin...

16 Nisan 2012 Pazartesi

13 Nisan 2012 Cuma

Çocuğa Ceza Vermek

Ceza, olumsuz bir davranışın yapılmasından sonra o davranışa bağlı olarak, davranışa yönelik yaptırımın uygulanmasıdır (yani yemeğini yemedin parka gitmeyeceksin cezası olmaz yemek başka park başkaJ). Ceza istenmeyen davranışların ortadan kaldırmaya yönelik tedbirlerden biridir (yemeği bitene dek masada tek başına oturmak bir cezadır, parka gitmek ama parkta yemekte uzun kaldığı için parkta oynama süresinin azalması büyük bir cezadır). Cezalandırma, davranışı değiştirmez, ancak bastırabilir. Bu yönüyle ceza, yeni bir davranış öğrenmeyi değil, istenmeyen olumsuz bir davranışı yapmamayı öğretmektedir. Ceza hem suçu aşmamalı hem de uygulanabilir ve gerçekçi olmalıdır. Terlik giymemek, yemekten önce elini yıkamamak, sofrada eğri oturmak, evin içinde koşmak, cezalandırma nedeni olmamalıdır.

Davranışları sadece ceza ile yönlendirme sorun doğurur. Bu durum çocuklarda; korku, kin, nefret gibi duyguların oluşmasına sebebiyet verebilir. Hakaret gibi ceza uyarıcıları, çocuğun karakter gelişimini olumsuz yönde etkiler. Üstelik bu ceza yöntemine karşı çocuk, bir çeşit bağımlılık kazanacağından süreç itibariyle cezanın dozunun sürekli artırılması gerekecektir. Örneğin sürekli uyarılan ceza alan çocukta bir süre sonra bu sözlere karşı bir “sağırlık” başlayacak tamam cezamı çekerim bildiğimi de yaparım fikri gelişecektir.

İlk kural davranış çığırından çıkmadan çocuğun durdurulmasıdır. Bu kesin bir dille ve kararlılık belirten bir ses tonuyla yapılmalıdır. Soğukkanlı bir tutumla daha iyi sonuç alınır. Aslında çocuklar neyin niçin yapılmaması gerektiğini çok iyi bilirler. Uzun söylevler çekerek, çocuğa suçunun sonuçlarını abartarak anlatmak etkisiz bir yoldur.  Ebeveynlerin çocuklarının hayatına kazandıracakları olumsuz davranışları engellemek yerine olumlu davranışlar kazandırmak olmalıdır. Ceza yönteminde oluşabilecek önemli sorunlardan bir diğeri de, algının bozulmasıdır. Ceza yöntemi çocuk üzerinde etkili olduğunda, bu durum zamanla ceza yöntemini uygulayan anne babalar için algı bozulmasına yol açar. Ebeveyn, çocuklarının olumsuz davranış sergilemedikleri zaman bu noktaya odaklanıp kalırlar. Yani sadece istenmeyen davranışların engellenmesiyle, olması gereken güzel davranışların eksikliği, zamanla, anne baba için önemli olmamaya başlar. Bazı durumlar da çocuk cezadan kaçmak için yalana sığınabilir. Bu şekilde de çocuğun olumsuz bir davranışı bastırılmaya çalışılırken, başka bir olumsuz davranış ortaya çıkabilir. Sözgelimi, evdeki bir eşyaya zarar veren çocuğun cezalandırılması, çocuğun cezadan kaçmak için yalan söylemesine yol açabilir.

Ceza konusunda tutarlı davranmak da önemlidir. Bir gün cezalandırdığınız davranışı başka bir gün hoş görüyorsak cezanın eğitici değeri düşer. Çocuktan isteklerimizi anında yerine getirmesi beklenmemelidir. Örneğin bahçede oynayan çocuğu çağırır çağırmaz gelmedi diye cezalandırmak yerine. On-onbeş dakika öncesinden seslenerek bir daha seslendiğimde evde olacaksın (ya da saati varsa şu saatte evde olacaksın). Çünkü çocuğun oyundan kopması zordur. Beş on dakika süre tanınmalıdır. Ortalığı dağıtan bir çocuğa ‘Hemen şimdi odanı topla diyorum sana’’ demek yerine “yemekten önce bunları toplamayı unutma” diye kesin konuşmak daha etkili olacaktır.

Cezanın etkili olması için gereken şartlar:
·        Denetlenen, cezayı yoksun bırakıcı, tehlikeli ve acı verici olarak algılamalıdır.
·        İstenmeyen davranışın yok edilmesi için ceza yeteri kadar caydırıcı olmalıdır.
·        Denetlenen cezadan kaçamamalı ya da gereksinimini karşılayabilmek için denetleyene bağımlı bir ilişki içinde olmalıdır.
·        Ceza, kabul edilmeyen davranışın hemen ardından gelmelidir.

Ceza yaptırımı üç şekilde uygulanır:
1. Ceza, istenmeyen olumsuz davranışlara karşı genel olarak iki şekilde uygulanır. İlki, istenmeyen olumsuz davranış sert / itici bir yaklaşım ile sonuçlandırılır. Dayak atmak gibi... Bu ceza, diğer yöntemler işe yaramadığında en son çare olarak kullanılsa bile hiç uygun bir davranış değildir. Model alarak öğrenen çocuk da diğerlerine (kardeş ya da arkadaşlarına) vurmayı öğrenir. Çocuk önce ikaz edilir, eğer aynı davranışı sürdürürse, ona önceden belirlenmiş bir odaya ya da odanın bir köşesine gitmesi, orada bir süre (saat gösterilir), genellikle de bir sandalyede sessiz bir biçimde beklemesi söylenir. Eğer oraya gitmemekte direnirse, kucaklanarak oraya götürülür ve bir süre orada kalması sağlanır. Bu cezanın neden verildiği birkaç cümle ile ona anlatılmalıdır. Çocuğun bekletildiği oda ya da yer çocuk açısından herhangi bir tehlike içermemelidir. Bekleme süresi, çocuğun yaşıyla aynı olmalıdır. Mesela, 4 yaşındaki bir çocuk için 4 dakika gibi. Ceza süresi uzun olursa, çocuk neden oraya konduğunu bir süre sonra unutacaktır. Eğer çocuk, böyle bir cezayı protesto edip, duruma itiraz ederse bekletilme süresi uzatılabilir. Bu durum iki hafta içinde çocuğa uyum sağlamayı öğretecektir. Burada yapılan en büyük yanlış annelerin çocuklarına kızdıktan bağırdıktan sonra onları aşırı şımartmaları, vicdan azabı çekip çocuğa karşı aşırı izin verici davranmalarıdır. Ceza süresi dolan çocukla neden orada olduğu konuşulmalıdır. Çocuk ilk etapta o bana vurdu, sen bana böyle yaptın gibi cümleler kuracaktır. Bu durumda çocuğa kendi yaptığı sorulmalıdır ve kendi davranışı sorgulatılmalıdır. Örneğin: “ben, ….dan dolayı buradaydım” diyene dek (orada olma nedenini itiraf edene dek) konuşmaya devam edilmelidir. Ebeveynler “tamam o sana …. yapmış olabilir ama sen neden burasın bana söyler misin?” şeklinde sorularla çocuğu yönlendirebilirler. Çocuktan yine “ben” diliyle başlayan bir cümle kurarak köşeden kalkması istenir. Örneğin, “arkadaşlarıma iyi davranacağım” ya da “vurmayacağım” doğru cümleler değildir. Bu şekilde cevap veren çocuğa “peki arkadaşına iyi davranıp ne yapacaksın” ya da “vurmayacaksın ne yapacaksın” soruları yöneltilebilir. Çocuktan beklenen cevap “ben oyuncağı isteyeceğim, sıramı bekleyeceğim vb.” kendi davranışına yönelik ifadeler olmalıdır. Ebeveynler de en son “ben de sıranı bekleyeceğine inanıyorum” diyerek çocuklara olumlu pekiştireç vermelidirler.


2. İkinci yaptırım ise, ödülün kaldırılmasıdır. Bu durum çocuğun çok severek yaptığı işlere kısıtlama getirilmesidir. Sokağa çıkma yasağı gibi yaptırımlar bunun içindedir. Çocuklar, anne - babalarını dinlememekte ısrar ediyorlarsa, kısıtlama yoluna gidilir. Ödülün ortadan kaldırılması yöntemi uygulanırken bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Beslenme gibi çocuğun gerçekten ihtiyaç duyduğu şeylerde kısıtlamaya gidilmemelidir. Bu yöntemin gerçekten etkili olması isteniyorsa, çocuğun gerçekten yapmak için çok heves ettiği bir şey kısıtlanmalıdır. Ayrıca ebeveyn, kısıtlanacağını belirttiği hususu gerçekleştirmelidir. Örneğin, çocuğa davranışını düzeltmediği sürece çikolata yiyemeyeceği söylenmişse, davranışını düzeltmediği ya da olumlu davranış göstermediği sürece gerçekten çikolata alınmamalıdır.

3. yöntem, çocuğa yaptığını düzelttirmek yoludur. Bilerek kırdığı bir arkadaşının oyuncağını ya da bir camı çocuk harçlığından ödemelidir. Kardeşlerinin ya da arkadaşlarının eşyalarına bilerek verdiği zararı da ödemelidir. Bu yol, çocuğa davranışının sonucuna katlanması gerektiğini öğretir.

Sonuç olarak; çocuk eğitiminde ceza yöntemine geçilmeden önce, eldeki tüm imkânlar denenmelidir. Eğitim sürecinde, ceza yönteminin çocuğun eğitimine ve psikolojisine katkı sağlamadığını fark etmek gerekir. Yalnızca çok istisnai durumlarda ceza yöntemi olumlu sonuçlar verecektir. Bu nedenle ceza yöntemi, bütün yollar denendikten sonra hala devam eden olumsuz davranışların bastırılmasında son çare olarak kullanılabilir.

Sevgiler,

Gülçin KARADENİZ

4 Nisan 2012 Çarşamba

Yedi Asır, Altı Satır.....

Kolay değil gerçekten de yedi asrı altı satıra sığdırmak, hele ki sevinç çığlıklarını ya da acı feryatları satırlarla ifade etmek çok zor. Bu yazımda sizlere belki de nice yedi asırlar geçirecek bir çınar ağacından ve onun son dört yılından bahsetmek istiyorum.

2000 yılının mayısında başladı her şey, her zamanki gibi batıdan iş dönüşü Bursa'ya 35 km. kala Gölyazı beldesi tabelası ilişti gözüme ve hemen yanında eski rum adı ile 'Apolyont'. Kendimi bildim bileli tarihi ve turistik yerlere merakım vardır, işte bu meraktan olsa gerek. Araba dönüverdi beş km. aşağıya doğru.


Biraz ileride Apolyont gölü yeni adı ile Uluabat ve gölün hemen kıyısı ve de kıyısına çok yakın bir adada kurulmuş Gölyazı beldesi. Yolun sonunda belde girişinde yol ikiye ayrılıyor, 'sahil yolu ve şehir' yazan iki el yazımı tabela ile yönleniyorsunuz, aslına bakarsanız eninde sonunda her iki yol da kavuşuyor bir birine.


Şehir merkezine doğru ilerlediğinizde sizi yarım adanın sonunda ulu bir çınar ile bir kö
prünün karşıladığını görebilirsiniz, 8 sayısını gözünüzün önüne getirin, bir yarısı gölün içinde ada, diğer yarısı da kara bağlantılı ve yaklaştığı noktada da bir köprü ile bağlantı var. Köprü özellikle kış aylarında anlam kazanıyor çünkü yükselen göl suları ada ve karayı bir birinden ayırıyor, yaz aylarında ise köprüye paralel alttan servis yolu kullanmak mümkün.

Beldeyi dolaşıyorum, gözüme çok eski evler yine Rumlardan kalan bir kilise adanın etrafını saran surlar, kale duvarları ve antik tiyatro kalıntıları ile gölde imarı olmayan irili ufaklı 3-4 ada daha dikkati çekiyor, hatta bu adalardan birinde bir manastır bulunduğu ve bu manastırın kale içerisinden bir dehliz ile beldeye bağlantısı olduğu bile söylenmektedir.


Belde sakinlerinin geliri, yüzde 90 balık ve kerevite dayanmaktadır, tabii ki azda olsa bunun getirdiği yan işlerde mevcut, mesela akaryakıt temini, ağ yapımı, av malzemesi satışı, tekne ve sandal tamiri, meraklısına kayık ile ada ve göl gezintisi gibi yan gelirlerde var. Bazı çiftçi aileleri de zeytin, incir, süt, et, yumurta, bal ve tavuk ile geçim sağlıyorlar ama dediğim gibi bu oran yüzde 10 u geçmez.

Bursa'dan ulaşım için sabah öğle ve akşam olmak üzere, Gölyazı belediyesine ait otobüs seferleri mevcut.

Göl aynı zamanda kerevit bakımından çok verimli, yakın mesafedeki Akçalar beldesindeki Kerevitaş işleme tesisleri dışa açılım ile ihracatımızı desteklemektedir.

Göl turu, ada turu derken, bu yöreden ve tarih kokan sokaklardan oldukça etkilenmiş durumda.

prübaşındaki çay bahçesine oturdum, aldığım bir bardak sodayı yudumlarken hemen yanı başımda yükselen çınara takıldı gözüm. Ve şunları düşündüm, benim 1 bir saatte dolaşıp 'burayı da gördüm' dediğim yerde belki de bin yıldır nöbet bekleyen bu ağaç kim bilir ne savaşlar, acılar, düğünler ve ölümlere şahit olmuştu, sanki roman gibiydi, bir şiirdi adeta yaşadıkları.

Bana soda getiren garsona ve yan masadaki en az çınar kadar yaşlı görünen dedeye ağacın yaşını sorduğumda bana bir sayı söyleyemediler, adı nedir sorusuna da belli bir adı yok bazıları 'Koca çınar' der cevabını aldım.


Oradan kalktım, kö
prüyü tekrar yürüdüm saat akşamın yedi buçuğu olmuştu belediye başkanı yerinde olmayacağı kesindi ama ufacık adada nereye gidebilir?
Belediye binasının önündeki çınarların altında otururken buldum Cavit Beyi, tanıştık görüştük. Çınarla ilgili pek bir şey o da aktaramadı, fakat üç yıl önce üniversiteden bir ekibin yaş tespiti için uğradığını söyledi. Ben de başkana, çınarın altında birkaç satırla karaladığım şiiri gösterdim, sayın başkan çok güzel gibisinden başını sallayıp, yüzüme 'her işimiz tamam birde ağacımızın şiiri eksik' der gibi bakıyordu. Ben başkana bu şiiri bir mermer levha üzerine yazıp ağacın yanına koyup koyamayacağımı sorduğumda, işletme sahibinin izini olması gerekir, belediyenin ödeneği yok bütçe sıkıntısı var dedi. Bu günün şartlarında başkan haksız da değildi.

Ben de eğer bu ağacı iyi reklam edebilirsek, biyo-fizik yapısını, yaşını, konumunu, su damlayan dallarını ön plana çıkara bilirsek belde için yerli yabancı turist akımı oluşturarak ziyareti ve dolayısıyla ticareti artıra bileceğimizi belirttim.


Ertesi gün soluğu Uludağ Üniversitesinde aldım. Amacım ziraat fakültesine gitmek ve ağacın raporunu bulmaktı. İlk olarak kendi tanıdığım psikiyatri hocam Selçuk Bey'e konuyu açtım, o da bana bu araştırmaların İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından yapıldığını ve Bursa kültür park içerisindeki arkeoloji müzesinden bilgi alabileceğimi söyledi.


Arkeoloji müzesinde yaptığım görüşmelerin sonucunda, Bursa Tophanedeki kültürel varlıkları koruma derneğine gittim. Aradığım çınarın dosyası, yaşı, envanter numarası, karar numarası, tescil tarihi çıkarıldı, ben tüm bu bilgiler ile orman bölge fidanlıklar müdürlüğüne oradan da park ve bahçeler müdürlüğüne gittim, amacım bu muhteşem ağacın iki ayrı cephesine birer tane plaket alabilmekti. Park ve bahçeler müdürlüğü bana seri plaket yapımının durduğunu ama istersem Haşim İşcan caddesindeki Sedef tabelada yetki olduğunu ve bu resmi yazı ile yaptıra bileceğimi belirtti.


Plaketler çıktı fakat yine belediyeden ödenek çıkmadı. Olsun, iki tane plaket bu işin belki de en ekonomik bölümüydü. Sıra geldi şiirin yazılması, nakliyesi ve montajına, her şey iyi gidiyor hiçbir aksilik yok fakat benim içimde ifade edilmez bir heyecan ve korku ile karışık endişe vardı. Bu aslında Gölyazı beldesi halkının beni, yapılanları ve şiiri nasıl karşılayacağına dayanan bir endişeydi.




Beklenen gün geldi, kamyonet ile şiirimiz indirildi çınarın altına, demirli kiriş betonda atıldı. Her şey çok iyi gitti, aradan 10–15 gün geçti, halktan hiçbir olumsuz tepki gelmedi. Takip eden günlerde, belde girişine sahil yolu kavşağına ve ağacın yanına da 'ağlayan çınar' yazan taştan oyma yarım metreküp hacimli iki ayrı yön taşı yaptırdım.


Evet burada ilk kez ağaç için 'ağlayan çınar' adını kullandım. Çınar adeta ağlıyordu, yere paralel uzanmış dev bir gövde ve içinden dökülen billur gibi bir su ve buna eşlik eden dallar, bazı zamanlar var ki dalların ucundan kan ağlarcasına renkli ve yürekleri buran gözyaşları, göle karışıp gidiyor. Bakın, bir hafta sonu ziyaretçisinin şiiri okuduktan sonra yorumu şöyle oldu;

'Yedi asır'ı, altı satır'a sığdırmak kolay olmasa gerek'


Buna kulak misafiri olduğumda çok etkilendim ve şiirimi yeniden ilk defa gelen bir ziyaretçi gibi okudum....


TARİHİN VERDİĞİ YORGUNLUKLA, YAN YATMIŞ ULU BİR ÇINAR.

LAKİN YAŞAMAKTAN UMUDUNU KESMEMİŞ, UZANMIŞ ÖYLESİNE
BAĞRI YANIK, YAPRAKLARI HÜZÜN, İÇİ KAN AĞLARCASINA
SAVAŞLARA, ACILARA, KARA SEVDALARA, TERCÜMAN OLURCASINA
ARDINDA, SEVGİ BAHÇESİ AÇAMAYAN GONCA BİR GÜL
ÖNÜNDE, OLUK OLUK GÖZ YAŞLARININ ESERİ, KOCA BİR GÖL..

Sanki bu dizeleri ilk kez duyarcasına doldu gözlerim.

Bir şeyler daha yapmak lazımdı bu belde ve ağlayan çınar için, ilk önce bir çeşme yapmayı planladım ardından da gözyaşlarını toplayıp gösterebileceğimiz mermerden oyma, büyük çınar yaprakları.

Haziran ayının 15 i oldu okullar kapandı insanlar gezecek sakin yerler ararken ağlayan çınardan bihaber hafta sonları tatiller akıp gitmeye başladı.


Bu kez, Gölyazı ve ağlayan çınarın tüm Türkiye'ye duyurulması çabasına girdim. Öncelikle yerleşim biriminin ve ağacın toplam 30 adet digital fotoğrafını çekip diz üstü bilgisayara yükleyerek, Köy hizmetleri bölge müdürlüğü asfalt işleri müdürü ile görüştüm. 5 km. lik yolun asfalt tamirleri ile giriş deltalarının ve kavşağın düzenlenmesini istedim. Bunu isterken de bilgisayardan durumu ve sorunları anlattım, bu görüşme başarı ile tamamlandı.


Daha sonra Karayolları Bölge müdürlüğü için randevu aldım, randevuyu şimdi bir kez daha bu yazım da teşekkür edeceğim Hikmet Işıtan Bey'den aldım. Görüşmenin konusu bu kez asfalt değil karayolu bilgi levhasıydı. Epey bir sözlü görüşmenin arkasından slide izlenimlerini takiben karayolları müdürümüz bana şunları sordu.


- Bu 'ağlayan çınar' ismi nerden geliyor.?

- Ben uydurdum efendim.
- Sen mi? Uydurduğun. Eeee! uydurduğun isme devletten levhamı istiyorsun.
- Bu levha, beldenin turizmi ve kalkınması için kilit görev teşkil edecek kanısındayım.
- Senin bundan ne menfaatin var? Halka mâl olmuş bir isim olması gerekmez mi?
- Peki müdürüm, çok özür dilerim, Türkiye'den bazı örnekler vereceğim hem de kimsenin menfaatinin olmadığı, Ayvalıkta 'şeytan sofrası' Şilede 'ağlayan kaya' Fethiye'de 'ölü deniz', Manavgat'ta 'titreyen göl' ve daha kim bilir neler. Bunları kim uydurmuş? Sayın müdürüm deniz ölüyor, göl titriyor da, çınar neden ağlamasın, bırakın bizim çınar'da ağlasın.
- Peki dediğin gibi olsun, onbeş gün içerisinde bu işi bitiririz.

Aslına bakarsanız işin en zor bölümü buydu bence diğer yapılanlar ekonomik güce bağlı olarak kat kat yapıla bilirdi. Köy hizmetleri ve Karayollarına tekrar sonsuz teşekkürler.


Bu gün artık Bursa-İzmir karayolunun 35. km.sinde geliş ve gidiş yönlerinde Ağlayan Çınar tabelalarını görebilirsiniz, aynı tabeladan çınar ağacının tam dibine de turizm tespit noktası olarak konulmuştur.


Gün geçtikçe basında ve televizyonda da zaman zaman yer alan Ağlayan Çınar sezonda haftada 600 ila 1000 kişiyi ağırlar duruma gelmiştir, bu benim için gerçekten büyük bir gurur ve mutluluk kaynağıdır.


Bugün, Gölyazı beldesi denildiğinde ilk akla gelen Ağlayan Çınar olmaktadır, Gölyazı beldesi 1500 nüfuslu, ilköğretim okulu, sağlık ocağı ve eczanesi olan bir belediyedir.

Sabahları sezon ve mevsime göre göl balıklarını mezatta bulabileceğiniz gibi aynı zamanda Ağlayan Çınar canlı balık lokantası ve çay bahçesinde de afiyetle yiyebilirsiniz.

Çınar altında sergilenen yöresel yiyecekler ve hediyelik eşyalar ziyaret yerine renk katmaktadır, köy fırını ve kasabında da hiçbir yerde bulamayacağınız lezzet ve doğallık vardır.


Doğa ve fotoğraf severler için Gölyazı beldesi bulunmaz bir fırsattır, özellikle gün batımı için zambak tepeye çıktığınızda Uluabat gölünün ayaklar altında kaldığını ve oluşan kızıl gurup içerisinde kaybolduğunuzu hissedersiniz.


Tarih ve doğanın gözyaşlarıyla noktalandığı yer
AĞLAYAN ÇINAR
Bursa İzmir karayolu 35.km Gölyazı beldesi
Apolyont / BURSA
www.aglayancinar.com

HIDIRBEY( MUSA) AĞACI VE EFSANESİ


Hatay'ın Hıdırbey Köyü'nde bulunan ve Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu tarafından anıt ağaç olarak ilan edilip koruma altına alınan
tarihi Musa ağacı Hatay'ın içinde barındırdığı önemli değerlerinden olan dev ağacın dalları bakımsızlıktan
kırılırken; çürümeye başlayan ağacın gövdesinde mantarlar oluşuyor.
Hatay'a gelen yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan ve Hatay'ın
inanç turizmi potansiyeline zenginlik katan ağacın gövdesinde mantar
oluşmaya başlarken, kırılan dalları tehlike saçıyor.
Rivayetlere
göre, yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen, çevresi 20 metre, gövde
çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20 metre olan tarihi Musa ağacı, hem
Hatay'ın turizmine katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü'nün başlıca
geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.
Tarihi Musa ağacını
yaklaşık 30 kişi, el ele tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor.1923
yılında bir aile ile fotoğraf çektiren Fransız askerlerinin fotoğrafları
da İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından çerçevelettirilerek ağaca
asıldı.

Hıdırbey Musa Ağacının Efsanesi:

Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın Samandağ'daki buluşmasından
sonra, birlikte Hıdırbey Köyü'nün yanındaki Musa Dağı'na çıkmak üzere
yola çıkarlar. Hıdırbey Köyü'ndeki Musa ağacının bulunduğu yere
geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu yere bıraktıktan
sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içtikten sonra
yollarına devam ederler. Asasını suyun kenarında unuttuğunu anlayan Hz.
Musa, döndüğünde ise asasının yeşerdiğini ve bir fidan haline geldiğini
görür. O günden bugüne, o ağaç Musa ağacı olarak bilinir.
problemler--nu16-egitimciyizbiz@googlegroups.com.rar

http://www12.zippyshare.com/v/18716754/file.html