Dersi derste öğren. Bir bilginin yarıdan fazlası derste öğrenilir. Anlamadığınız yerlerde öğretmenl

Dersi derste öğren. Bir bilginin yarıdan fazlası derste öğrenilir. Anlamadığınız yerlerde öğretmenl
Yeterki iste! Her yerde öğrenir, her yerde öğretirsin...

8 Eylül 2012 Cumartesi

66 aylık çocuklarını okula göndermek istemeyen aileler, ilk ders zilinin çalacağı pazartesiden önce çocuklarına ‘eğitime elverişli değil’ raporu almak için hastanelere koştu, kliniklerde uzun sıralar oluştu.

66 aylık çocuklarını okula göndermek istemeyen veliler, ilkokullarda uyum eğitimi başlamadan önceki son iş gününde rapor alabilmek için has

tanelere akın etti. Bazı hastanelerin koridorlarına sabahın erken saatlerinde psikiyatri ve pediatri kliniklerinde kayıtların dolduğuna ilişkin notlar asılırken, AK Parti seçmeninin yoğun olduğu bazı ilçelerdeki hastanelere rapor için hiç talep gelmediği ortaya çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), velilerin, aldıkları raporları kasım ayı sonuna kadar okul müdürlüklerine teslim edebileceklerini bildirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 66 aylık çocuğunu okula göndermek istemediği için rapor alan velilere, “Rapor ihanettir. Niye evladım ‘gerizekalı’ diyorlar” şeklindeki eleştirisinin hastanelerdeki rapor kuyruklarına etkisi olmadı.

SABAHTAN SIRAYA GİRDİLER

66 aylıklar, ilkokullarda uyum eğitimine alınmadan önceki son iş gününde yine hastaneleri doldurdu. Ankara’da merkeze yakın bazı hastanelerin koridorlarına sabahın erken saatlerinde psikiyatri ve pediatri kliniklerinde kayıtların dolduğuna ilişkin notlar asıldı. Bazı veliler, bakanlığın istediği sağlık raporunu her hastanenin vermediğini öne sürüldü.

‘OĞLUM İÇİN KORKUYORUM’

Çocuğuna rapor almak için saatlerce kuyruk bekleyen Gökhan Otman, neden rapor almak istediğini şöyle anlattı:

“Çocuğum, tuvaleti geldiğinde bazen söyleyemiyor bile. Kıvranıp dururken yakalıyorum. ‘Senin tuvaletin mi var?’ diye sorunca söylüyor. Oğlumun kaydolduğu okulun müdürü ile konuştuk. Aynı sınıfta oğlumdan 21 ay büyük çocuklar da olacakmış. Öğretmenlerin teneffüste sınıftan ayrılmayacağını, çocuklara göz kulak olunacağını söyledi. Ama bu mümkün olabilir mi? Hem öğretmen açısından hem öğrenci açısından. Oğlum çok küçük kalacak sınıfta. Diğer çocukların oğluma kötü davranmalarından, onu ezmelerinden korkuyorum.”

‘KIZIM DAHA ÇOK KÜÇÜK’

Rapor almak için bekleyen bir başka veli Canaydın Bekar ise, “Yeğenim ile kızımın arasında 2 yaş fark var. İkisi de bu yıl okula başlayacak. Gelişimlerine bakıyorum, kızım henüz çok küçük. Bu yıl okulu başarabileceğini düşünmüyorum. Kızımı evde zaptedemiyorum. O tahta sıralarda oturmasını nasıl bekleyebilirim?” diye konuştu.

Milliyet

Okulun İlk Haftası İçin 8 Öneri

Okulun İlk Haftası İçin 8 Öneri


Anne babasını bırakmak istemeyen çocuklar ve bu duruma dayanamayan veliler… Okulun ilk günlerinde ciddi problemler yaşayan ve bunlarla doğru şekilde başa çıkamayan aileler ileride de benzer sorunlarla karşılaşabiliyor.

Çocuğun okula başlama sürecinde rahat olması ya da yaşadığı sorunları kolayca atlatabilmesi hem çocuk hem de aile için önemli bir uyum göstergesi.

Bazıları tarafından çocuk şımarıklığı gibi nitelendirilen bu hareketler zaman geçtikçe azalmak yerine artabiliyor. Özellikle okulun ilk günlerinde sadece çocuğun değil tüm ailenin davranışlarına özellikle dikkat etmeleri gerekiyor. Aksi takdirde küçük gibi görünen bu sorunlar ileriki dönemde psikolojik sorunlar olarak çocuğun karşısına çıkabiliyor. Bu durumda da en önemli görev anne babalara düşüyor. Çocuk Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, okulun ilk haftasının rahat atlatılmasını sağlayacak önerileri şöyle soralıyor:

1- Çocuğunuzun endişelerini saçma bulmayın: Okula ilk kez gidecek çocuğun bu durumdan endişe duyması ve çekingenlik göstermesi çok doğal. Öncelikle onun yaşadıklarını anlayıp bu durumu "saçma” bulmadığınızı ona anlatın. Okulu çocuğunuzun büyümesiyle ve artık eğitime hazır hale geldiğiyle ilişkilendirin; ona,"Artık okula gidecek kadar büyüdün, bu beni çok sevindiriyor" tarzında güzel ve rahatlatıcı cümleler kurun.

2- Önce kendinizi hazır hissedin: Çocuğunuzun okul dönemi geldiğinde önce sizin buna hazır olmanız gerekiyor. Unutmayın ki sizin ruh sağlığınız en az çocuğunuzunki kadar önemli. "Bu haliyle okulda ne yapacak? Ezerler onu" ya da "Benden nasıl ayrılacak? Hiç ayrılmadık ki…" şeklindeki endişelerinizi ve ayrılma sürecindeki zorlukları çocuğa yansıtmanız uyum sürecini zorlaştırıyor.

3- Okula başlamadan önce yemek ve uyku saatlerini düzene sokun: Okul hazırlığınızı son güne bırakmayın. Mümkünse okul başlamadan bir süre önce çocuğunuza okula gideceğini söyleyin. Ayrıca çocuğunuzun yemek ve uyku saatlerini de düzene sokun. Okul öncesi dönemde çocuklar, canları istediğinde yemek yiyor, uykuları geldiğinde yatağa gidiyorlar. Okulun başlamasıyla birlikte çocuk bir sürü kuralla karşı karşıya kalıyor. Karşılaştığı bu kurallar onu strese sokuyor. Çocuğun bu stresini azaltmak için okula başlamadan önce belli saatlerde yemek yeme, oda toplama, televizyon izleme ve uyku gibi ihtiyaçlarını düzene sokun.

4- Çocuğunuzu ilk gün mutlaka okula gönderin: Okulun ilk haftasına sarkan tatil planları yapmayın. İlk gün çocuğun okulda bulunması çok önemli. Başlangıçta diğer çocuklarla benzer duyguları yaşadığını görmek çocuğu rahatlatıyor.

5- Okulun ilk günlerinde çocuğa çok kalabalık eşlik etmeyin: Okulun ilk günlerinde çocuğa anne veya baba eşlik edebiliyor. Ancak anneanne, babaanne ya da dedelerin de okula gelmesi anlaşılır bir durum olmakla birlikte çocuk açısından çok doğru değil. Bir çocuğun başında altı- yedi erişkinin olması durumu doğal olmaktan çıkarır. Ayrıca çocuğa aşırı özen göstermek okula uyumunu zorlaştırabilir.

6- Okula gitmeyi pazarlık konusu haline getirmeyin: Çocuk okula gitmek konusunda isteksiz de olsa bunun mümkün olmadığını belirtin. Bu durumu bir pazarlık konusu haline getirmesine izin vermeyin.

7- İlk günler okul bitiş saatinden biraz erken okula gidin: İlk günlerde bitiş saatinden biraz önce okulda olmanız çocuğunuzun kaygılanmasını engelliyor. Hatta öğretmeninden izin alıp çocuğunuzu zil çalmadan biraz önce de okuldan alabilirsiniz. Gecikecekseniz ya da onu okuldan bir başkası alacaksa bunu açıkça söylemekten çekinmeyin. Oyun kurmak, yalan söylemek belki o günü kurtarıyor. Ancak uzun vadede iletişiminizi bozuyor.

8- Çocuğunuz okula gittiği için onu ödüllendirmeyin: Hiç kuşkusuz bir ebeveyn için çocuğu öğretmenine emanet edip okuldan uzaklaşabilmek çok da kolay değil. Bunu çocuğunuza hissettirmeyin. Veda anını uzatmayın ve durup durup sarılmaları sınırlandırın. Okula gittiği için çocuğunuzu asla ödüllendirmeyin. Sadece çocuğunuzun gerçekten büyüdüğünü gördüğünüzü, onunla gurur duyduğunuzu ve her zaman yanında olacağınızı ona anımsatın.
BU DAVRANIŞLARDAN KAÇININ!
- Çocuğunuzun sorularını cevapsız bırakmayın: Gerekli olan açıklamaları mutlaka yapın. Çocuğun sorularına yanıt vermemek, konuyu yok saymak veya ertelemek çocuğun kafasındaki soru işaretlerini daha da artırıyor.
- Çocuğunuza acımayın. Çocuğunuza “Okula gitmek zorunlu. Biz de seni aslında onun için okula gönderiyoruz.” tarzında bir düşünceniz olduğunu asla yansıtmayın.
- Onun için endişelenmeyi bırakın. Yoğun endişe yaşamanız çocuğunuzun da endişe duymasına neden olabiliyor.
- Çocuğunuzu rahatlatmak adına fazla ve gereksiz ayrıntılara girmeyin.
- Okulu gereksiz ve zamansız ziyaret etmeyin. Fazla yapılan ziyaretleri öğretmenleri de huzursuz edebiliyor.

- Okuldan korkan ya da okul söz konusu olduğunda sıkıntı duyan, karnı ağrıyan, bulantı veya kusması olan çocuğu bu yakınmaları nedeniyle okula göndermemezlik yapmayın.
- Organik bir sorunu olmamasına rağmen uzun raporlar almayın. Çocuk rahatlasın diye uzun tatillere götürmeyin.
- Çocuğunuzun okul korkusuyla dalga geçmeyin. "Evet haklısın, orada koca koca canavarlar var, belki de seni yerler" gibi cümlelerle hem çocuğun durumunu anlamadığınızı göstermiş olur hem de korkuyu pekiştirirsiniz.

ERGENLİK DÖNEMİ SORUNLARINA NEDEN OLABİLİR
Çocuğun okula devamının sağlanamaması, akademik, sosyal ve duygusal gelişiminde sorunlar yaşamasına neden olabiliyor. Çocuğunuz okula gitmediğinde zihinsel kapasitesini geliştiremiyor, temel akademik becerileri kazanamıyor. Ayrıca sosyal yönden de sorunlar yaşıyor. Yaşıtlarıyla sağlıklı ilişki kurmakta zorlanabiliyor. Öğretmeni ve okuldaki diğer erişkinlerle uyum sağlayamaması, ebeveynleri dışındaki erişkinlerle de ilişki kurmamasına neden olabiliyor. Bu uyumsuzluk ergenlik döneminde de iletişim kuramama sorunuyla yeniden gündeme gelebiliyor.

Okuldan, sosyal çevreden uzaklaşan çocuk bir süre sonra performans kaygısı yaşayabiliyor, içe dönüklüğü artabiliyor, kendine akademik hedefler koymaktan kaçınıyor ya da hedeflerini küçültüyor. Yalnızlık duygusunda artışla birlikte evden çıkmayan, internete bağımlı ergenler halini alabiliyorlar. Vücut algılarında bozulmalar, yeme bozuklukları, obezite, öfke patlamaları da bu çocuklarda sık görülüyor.

ntvmsnbc

26 Haziran 2012 Salı

YAŞAM İNSAN KILIKLI KURT VE ÇAKALLARIN İYİ İNSANLAR 

ÜZERİNDEKİ EGEMENLİĞİDİR...

27 Mayıs 2012 Pazar

18 Mayıs 2012 Cuma

19 mayıs ve taşıtlar slaytları
http://www9.zippyshare.com/v/3735289/file.html




16 Nisan 2012 Pazartesi

13 Nisan 2012 Cuma

Çocuğa Ceza Vermek

Ceza, olumsuz bir davranışın yapılmasından sonra o davranışa bağlı olarak, davranışa yönelik yaptırımın uygulanmasıdır (yani yemeğini yemedin parka gitmeyeceksin cezası olmaz yemek başka park başkaJ). Ceza istenmeyen davranışların ortadan kaldırmaya yönelik tedbirlerden biridir (yemeği bitene dek masada tek başına oturmak bir cezadır, parka gitmek ama parkta yemekte uzun kaldığı için parkta oynama süresinin azalması büyük bir cezadır). Cezalandırma, davranışı değiştirmez, ancak bastırabilir. Bu yönüyle ceza, yeni bir davranış öğrenmeyi değil, istenmeyen olumsuz bir davranışı yapmamayı öğretmektedir. Ceza hem suçu aşmamalı hem de uygulanabilir ve gerçekçi olmalıdır. Terlik giymemek, yemekten önce elini yıkamamak, sofrada eğri oturmak, evin içinde koşmak, cezalandırma nedeni olmamalıdır.

Davranışları sadece ceza ile yönlendirme sorun doğurur. Bu durum çocuklarda; korku, kin, nefret gibi duyguların oluşmasına sebebiyet verebilir. Hakaret gibi ceza uyarıcıları, çocuğun karakter gelişimini olumsuz yönde etkiler. Üstelik bu ceza yöntemine karşı çocuk, bir çeşit bağımlılık kazanacağından süreç itibariyle cezanın dozunun sürekli artırılması gerekecektir. Örneğin sürekli uyarılan ceza alan çocukta bir süre sonra bu sözlere karşı bir “sağırlık” başlayacak tamam cezamı çekerim bildiğimi de yaparım fikri gelişecektir.

İlk kural davranış çığırından çıkmadan çocuğun durdurulmasıdır. Bu kesin bir dille ve kararlılık belirten bir ses tonuyla yapılmalıdır. Soğukkanlı bir tutumla daha iyi sonuç alınır. Aslında çocuklar neyin niçin yapılmaması gerektiğini çok iyi bilirler. Uzun söylevler çekerek, çocuğa suçunun sonuçlarını abartarak anlatmak etkisiz bir yoldur.  Ebeveynlerin çocuklarının hayatına kazandıracakları olumsuz davranışları engellemek yerine olumlu davranışlar kazandırmak olmalıdır. Ceza yönteminde oluşabilecek önemli sorunlardan bir diğeri de, algının bozulmasıdır. Ceza yöntemi çocuk üzerinde etkili olduğunda, bu durum zamanla ceza yöntemini uygulayan anne babalar için algı bozulmasına yol açar. Ebeveyn, çocuklarının olumsuz davranış sergilemedikleri zaman bu noktaya odaklanıp kalırlar. Yani sadece istenmeyen davranışların engellenmesiyle, olması gereken güzel davranışların eksikliği, zamanla, anne baba için önemli olmamaya başlar. Bazı durumlar da çocuk cezadan kaçmak için yalana sığınabilir. Bu şekilde de çocuğun olumsuz bir davranışı bastırılmaya çalışılırken, başka bir olumsuz davranış ortaya çıkabilir. Sözgelimi, evdeki bir eşyaya zarar veren çocuğun cezalandırılması, çocuğun cezadan kaçmak için yalan söylemesine yol açabilir.

Ceza konusunda tutarlı davranmak da önemlidir. Bir gün cezalandırdığınız davranışı başka bir gün hoş görüyorsak cezanın eğitici değeri düşer. Çocuktan isteklerimizi anında yerine getirmesi beklenmemelidir. Örneğin bahçede oynayan çocuğu çağırır çağırmaz gelmedi diye cezalandırmak yerine. On-onbeş dakika öncesinden seslenerek bir daha seslendiğimde evde olacaksın (ya da saati varsa şu saatte evde olacaksın). Çünkü çocuğun oyundan kopması zordur. Beş on dakika süre tanınmalıdır. Ortalığı dağıtan bir çocuğa ‘Hemen şimdi odanı topla diyorum sana’’ demek yerine “yemekten önce bunları toplamayı unutma” diye kesin konuşmak daha etkili olacaktır.

Cezanın etkili olması için gereken şartlar:
·        Denetlenen, cezayı yoksun bırakıcı, tehlikeli ve acı verici olarak algılamalıdır.
·        İstenmeyen davranışın yok edilmesi için ceza yeteri kadar caydırıcı olmalıdır.
·        Denetlenen cezadan kaçamamalı ya da gereksinimini karşılayabilmek için denetleyene bağımlı bir ilişki içinde olmalıdır.
·        Ceza, kabul edilmeyen davranışın hemen ardından gelmelidir.

Ceza yaptırımı üç şekilde uygulanır:
1. Ceza, istenmeyen olumsuz davranışlara karşı genel olarak iki şekilde uygulanır. İlki, istenmeyen olumsuz davranış sert / itici bir yaklaşım ile sonuçlandırılır. Dayak atmak gibi... Bu ceza, diğer yöntemler işe yaramadığında en son çare olarak kullanılsa bile hiç uygun bir davranış değildir. Model alarak öğrenen çocuk da diğerlerine (kardeş ya da arkadaşlarına) vurmayı öğrenir. Çocuk önce ikaz edilir, eğer aynı davranışı sürdürürse, ona önceden belirlenmiş bir odaya ya da odanın bir köşesine gitmesi, orada bir süre (saat gösterilir), genellikle de bir sandalyede sessiz bir biçimde beklemesi söylenir. Eğer oraya gitmemekte direnirse, kucaklanarak oraya götürülür ve bir süre orada kalması sağlanır. Bu cezanın neden verildiği birkaç cümle ile ona anlatılmalıdır. Çocuğun bekletildiği oda ya da yer çocuk açısından herhangi bir tehlike içermemelidir. Bekleme süresi, çocuğun yaşıyla aynı olmalıdır. Mesela, 4 yaşındaki bir çocuk için 4 dakika gibi. Ceza süresi uzun olursa, çocuk neden oraya konduğunu bir süre sonra unutacaktır. Eğer çocuk, böyle bir cezayı protesto edip, duruma itiraz ederse bekletilme süresi uzatılabilir. Bu durum iki hafta içinde çocuğa uyum sağlamayı öğretecektir. Burada yapılan en büyük yanlış annelerin çocuklarına kızdıktan bağırdıktan sonra onları aşırı şımartmaları, vicdan azabı çekip çocuğa karşı aşırı izin verici davranmalarıdır. Ceza süresi dolan çocukla neden orada olduğu konuşulmalıdır. Çocuk ilk etapta o bana vurdu, sen bana böyle yaptın gibi cümleler kuracaktır. Bu durumda çocuğa kendi yaptığı sorulmalıdır ve kendi davranışı sorgulatılmalıdır. Örneğin: “ben, ….dan dolayı buradaydım” diyene dek (orada olma nedenini itiraf edene dek) konuşmaya devam edilmelidir. Ebeveynler “tamam o sana …. yapmış olabilir ama sen neden burasın bana söyler misin?” şeklinde sorularla çocuğu yönlendirebilirler. Çocuktan yine “ben” diliyle başlayan bir cümle kurarak köşeden kalkması istenir. Örneğin, “arkadaşlarıma iyi davranacağım” ya da “vurmayacağım” doğru cümleler değildir. Bu şekilde cevap veren çocuğa “peki arkadaşına iyi davranıp ne yapacaksın” ya da “vurmayacaksın ne yapacaksın” soruları yöneltilebilir. Çocuktan beklenen cevap “ben oyuncağı isteyeceğim, sıramı bekleyeceğim vb.” kendi davranışına yönelik ifadeler olmalıdır. Ebeveynler de en son “ben de sıranı bekleyeceğine inanıyorum” diyerek çocuklara olumlu pekiştireç vermelidirler.


2. İkinci yaptırım ise, ödülün kaldırılmasıdır. Bu durum çocuğun çok severek yaptığı işlere kısıtlama getirilmesidir. Sokağa çıkma yasağı gibi yaptırımlar bunun içindedir. Çocuklar, anne - babalarını dinlememekte ısrar ediyorlarsa, kısıtlama yoluna gidilir. Ödülün ortadan kaldırılması yöntemi uygulanırken bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Beslenme gibi çocuğun gerçekten ihtiyaç duyduğu şeylerde kısıtlamaya gidilmemelidir. Bu yöntemin gerçekten etkili olması isteniyorsa, çocuğun gerçekten yapmak için çok heves ettiği bir şey kısıtlanmalıdır. Ayrıca ebeveyn, kısıtlanacağını belirttiği hususu gerçekleştirmelidir. Örneğin, çocuğa davranışını düzeltmediği sürece çikolata yiyemeyeceği söylenmişse, davranışını düzeltmediği ya da olumlu davranış göstermediği sürece gerçekten çikolata alınmamalıdır.

3. yöntem, çocuğa yaptığını düzelttirmek yoludur. Bilerek kırdığı bir arkadaşının oyuncağını ya da bir camı çocuk harçlığından ödemelidir. Kardeşlerinin ya da arkadaşlarının eşyalarına bilerek verdiği zararı da ödemelidir. Bu yol, çocuğa davranışının sonucuna katlanması gerektiğini öğretir.

Sonuç olarak; çocuk eğitiminde ceza yöntemine geçilmeden önce, eldeki tüm imkânlar denenmelidir. Eğitim sürecinde, ceza yönteminin çocuğun eğitimine ve psikolojisine katkı sağlamadığını fark etmek gerekir. Yalnızca çok istisnai durumlarda ceza yöntemi olumlu sonuçlar verecektir. Bu nedenle ceza yöntemi, bütün yollar denendikten sonra hala devam eden olumsuz davranışların bastırılmasında son çare olarak kullanılabilir.

Sevgiler,

Gülçin KARADENİZ

4 Nisan 2012 Çarşamba

Yedi Asır, Altı Satır.....

Kolay değil gerçekten de yedi asrı altı satıra sığdırmak, hele ki sevinç çığlıklarını ya da acı feryatları satırlarla ifade etmek çok zor. Bu yazımda sizlere belki de nice yedi asırlar geçirecek bir çınar ağacından ve onun son dört yılından bahsetmek istiyorum.

2000 yılının mayısında başladı her şey, her zamanki gibi batıdan iş dönüşü Bursa'ya 35 km. kala Gölyazı beldesi tabelası ilişti gözüme ve hemen yanında eski rum adı ile 'Apolyont'. Kendimi bildim bileli tarihi ve turistik yerlere merakım vardır, işte bu meraktan olsa gerek. Araba dönüverdi beş km. aşağıya doğru.


Biraz ileride Apolyont gölü yeni adı ile Uluabat ve gölün hemen kıyısı ve de kıyısına çok yakın bir adada kurulmuş Gölyazı beldesi. Yolun sonunda belde girişinde yol ikiye ayrılıyor, 'sahil yolu ve şehir' yazan iki el yazımı tabela ile yönleniyorsunuz, aslına bakarsanız eninde sonunda her iki yol da kavuşuyor bir birine.


Şehir merkezine doğru ilerlediğinizde sizi yarım adanın sonunda ulu bir çınar ile bir kö
prünün karşıladığını görebilirsiniz, 8 sayısını gözünüzün önüne getirin, bir yarısı gölün içinde ada, diğer yarısı da kara bağlantılı ve yaklaştığı noktada da bir köprü ile bağlantı var. Köprü özellikle kış aylarında anlam kazanıyor çünkü yükselen göl suları ada ve karayı bir birinden ayırıyor, yaz aylarında ise köprüye paralel alttan servis yolu kullanmak mümkün.

Beldeyi dolaşıyorum, gözüme çok eski evler yine Rumlardan kalan bir kilise adanın etrafını saran surlar, kale duvarları ve antik tiyatro kalıntıları ile gölde imarı olmayan irili ufaklı 3-4 ada daha dikkati çekiyor, hatta bu adalardan birinde bir manastır bulunduğu ve bu manastırın kale içerisinden bir dehliz ile beldeye bağlantısı olduğu bile söylenmektedir.


Belde sakinlerinin geliri, yüzde 90 balık ve kerevite dayanmaktadır, tabii ki azda olsa bunun getirdiği yan işlerde mevcut, mesela akaryakıt temini, ağ yapımı, av malzemesi satışı, tekne ve sandal tamiri, meraklısına kayık ile ada ve göl gezintisi gibi yan gelirlerde var. Bazı çiftçi aileleri de zeytin, incir, süt, et, yumurta, bal ve tavuk ile geçim sağlıyorlar ama dediğim gibi bu oran yüzde 10 u geçmez.

Bursa'dan ulaşım için sabah öğle ve akşam olmak üzere, Gölyazı belediyesine ait otobüs seferleri mevcut.

Göl aynı zamanda kerevit bakımından çok verimli, yakın mesafedeki Akçalar beldesindeki Kerevitaş işleme tesisleri dışa açılım ile ihracatımızı desteklemektedir.

Göl turu, ada turu derken, bu yöreden ve tarih kokan sokaklardan oldukça etkilenmiş durumda.

prübaşındaki çay bahçesine oturdum, aldığım bir bardak sodayı yudumlarken hemen yanı başımda yükselen çınara takıldı gözüm. Ve şunları düşündüm, benim 1 bir saatte dolaşıp 'burayı da gördüm' dediğim yerde belki de bin yıldır nöbet bekleyen bu ağaç kim bilir ne savaşlar, acılar, düğünler ve ölümlere şahit olmuştu, sanki roman gibiydi, bir şiirdi adeta yaşadıkları.

Bana soda getiren garsona ve yan masadaki en az çınar kadar yaşlı görünen dedeye ağacın yaşını sorduğumda bana bir sayı söyleyemediler, adı nedir sorusuna da belli bir adı yok bazıları 'Koca çınar' der cevabını aldım.


Oradan kalktım, kö
prüyü tekrar yürüdüm saat akşamın yedi buçuğu olmuştu belediye başkanı yerinde olmayacağı kesindi ama ufacık adada nereye gidebilir?
Belediye binasının önündeki çınarların altında otururken buldum Cavit Beyi, tanıştık görüştük. Çınarla ilgili pek bir şey o da aktaramadı, fakat üç yıl önce üniversiteden bir ekibin yaş tespiti için uğradığını söyledi. Ben de başkana, çınarın altında birkaç satırla karaladığım şiiri gösterdim, sayın başkan çok güzel gibisinden başını sallayıp, yüzüme 'her işimiz tamam birde ağacımızın şiiri eksik' der gibi bakıyordu. Ben başkana bu şiiri bir mermer levha üzerine yazıp ağacın yanına koyup koyamayacağımı sorduğumda, işletme sahibinin izini olması gerekir, belediyenin ödeneği yok bütçe sıkıntısı var dedi. Bu günün şartlarında başkan haksız da değildi.

Ben de eğer bu ağacı iyi reklam edebilirsek, biyo-fizik yapısını, yaşını, konumunu, su damlayan dallarını ön plana çıkara bilirsek belde için yerli yabancı turist akımı oluşturarak ziyareti ve dolayısıyla ticareti artıra bileceğimizi belirttim.


Ertesi gün soluğu Uludağ Üniversitesinde aldım. Amacım ziraat fakültesine gitmek ve ağacın raporunu bulmaktı. İlk olarak kendi tanıdığım psikiyatri hocam Selçuk Bey'e konuyu açtım, o da bana bu araştırmaların İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından yapıldığını ve Bursa kültür park içerisindeki arkeoloji müzesinden bilgi alabileceğimi söyledi.


Arkeoloji müzesinde yaptığım görüşmelerin sonucunda, Bursa Tophanedeki kültürel varlıkları koruma derneğine gittim. Aradığım çınarın dosyası, yaşı, envanter numarası, karar numarası, tescil tarihi çıkarıldı, ben tüm bu bilgiler ile orman bölge fidanlıklar müdürlüğüne oradan da park ve bahçeler müdürlüğüne gittim, amacım bu muhteşem ağacın iki ayrı cephesine birer tane plaket alabilmekti. Park ve bahçeler müdürlüğü bana seri plaket yapımının durduğunu ama istersem Haşim İşcan caddesindeki Sedef tabelada yetki olduğunu ve bu resmi yazı ile yaptıra bileceğimi belirtti.


Plaketler çıktı fakat yine belediyeden ödenek çıkmadı. Olsun, iki tane plaket bu işin belki de en ekonomik bölümüydü. Sıra geldi şiirin yazılması, nakliyesi ve montajına, her şey iyi gidiyor hiçbir aksilik yok fakat benim içimde ifade edilmez bir heyecan ve korku ile karışık endişe vardı. Bu aslında Gölyazı beldesi halkının beni, yapılanları ve şiiri nasıl karşılayacağına dayanan bir endişeydi.




Beklenen gün geldi, kamyonet ile şiirimiz indirildi çınarın altına, demirli kiriş betonda atıldı. Her şey çok iyi gitti, aradan 10–15 gün geçti, halktan hiçbir olumsuz tepki gelmedi. Takip eden günlerde, belde girişine sahil yolu kavşağına ve ağacın yanına da 'ağlayan çınar' yazan taştan oyma yarım metreküp hacimli iki ayrı yön taşı yaptırdım.


Evet burada ilk kez ağaç için 'ağlayan çınar' adını kullandım. Çınar adeta ağlıyordu, yere paralel uzanmış dev bir gövde ve içinden dökülen billur gibi bir su ve buna eşlik eden dallar, bazı zamanlar var ki dalların ucundan kan ağlarcasına renkli ve yürekleri buran gözyaşları, göle karışıp gidiyor. Bakın, bir hafta sonu ziyaretçisinin şiiri okuduktan sonra yorumu şöyle oldu;

'Yedi asır'ı, altı satır'a sığdırmak kolay olmasa gerek'


Buna kulak misafiri olduğumda çok etkilendim ve şiirimi yeniden ilk defa gelen bir ziyaretçi gibi okudum....


TARİHİN VERDİĞİ YORGUNLUKLA, YAN YATMIŞ ULU BİR ÇINAR.

LAKİN YAŞAMAKTAN UMUDUNU KESMEMİŞ, UZANMIŞ ÖYLESİNE
BAĞRI YANIK, YAPRAKLARI HÜZÜN, İÇİ KAN AĞLARCASINA
SAVAŞLARA, ACILARA, KARA SEVDALARA, TERCÜMAN OLURCASINA
ARDINDA, SEVGİ BAHÇESİ AÇAMAYAN GONCA BİR GÜL
ÖNÜNDE, OLUK OLUK GÖZ YAŞLARININ ESERİ, KOCA BİR GÖL..

Sanki bu dizeleri ilk kez duyarcasına doldu gözlerim.

Bir şeyler daha yapmak lazımdı bu belde ve ağlayan çınar için, ilk önce bir çeşme yapmayı planladım ardından da gözyaşlarını toplayıp gösterebileceğimiz mermerden oyma, büyük çınar yaprakları.

Haziran ayının 15 i oldu okullar kapandı insanlar gezecek sakin yerler ararken ağlayan çınardan bihaber hafta sonları tatiller akıp gitmeye başladı.


Bu kez, Gölyazı ve ağlayan çınarın tüm Türkiye'ye duyurulması çabasına girdim. Öncelikle yerleşim biriminin ve ağacın toplam 30 adet digital fotoğrafını çekip diz üstü bilgisayara yükleyerek, Köy hizmetleri bölge müdürlüğü asfalt işleri müdürü ile görüştüm. 5 km. lik yolun asfalt tamirleri ile giriş deltalarının ve kavşağın düzenlenmesini istedim. Bunu isterken de bilgisayardan durumu ve sorunları anlattım, bu görüşme başarı ile tamamlandı.


Daha sonra Karayolları Bölge müdürlüğü için randevu aldım, randevuyu şimdi bir kez daha bu yazım da teşekkür edeceğim Hikmet Işıtan Bey'den aldım. Görüşmenin konusu bu kez asfalt değil karayolu bilgi levhasıydı. Epey bir sözlü görüşmenin arkasından slide izlenimlerini takiben karayolları müdürümüz bana şunları sordu.


- Bu 'ağlayan çınar' ismi nerden geliyor.?

- Ben uydurdum efendim.
- Sen mi? Uydurduğun. Eeee! uydurduğun isme devletten levhamı istiyorsun.
- Bu levha, beldenin turizmi ve kalkınması için kilit görev teşkil edecek kanısındayım.
- Senin bundan ne menfaatin var? Halka mâl olmuş bir isim olması gerekmez mi?
- Peki müdürüm, çok özür dilerim, Türkiye'den bazı örnekler vereceğim hem de kimsenin menfaatinin olmadığı, Ayvalıkta 'şeytan sofrası' Şilede 'ağlayan kaya' Fethiye'de 'ölü deniz', Manavgat'ta 'titreyen göl' ve daha kim bilir neler. Bunları kim uydurmuş? Sayın müdürüm deniz ölüyor, göl titriyor da, çınar neden ağlamasın, bırakın bizim çınar'da ağlasın.
- Peki dediğin gibi olsun, onbeş gün içerisinde bu işi bitiririz.

Aslına bakarsanız işin en zor bölümü buydu bence diğer yapılanlar ekonomik güce bağlı olarak kat kat yapıla bilirdi. Köy hizmetleri ve Karayollarına tekrar sonsuz teşekkürler.


Bu gün artık Bursa-İzmir karayolunun 35. km.sinde geliş ve gidiş yönlerinde Ağlayan Çınar tabelalarını görebilirsiniz, aynı tabeladan çınar ağacının tam dibine de turizm tespit noktası olarak konulmuştur.


Gün geçtikçe basında ve televizyonda da zaman zaman yer alan Ağlayan Çınar sezonda haftada 600 ila 1000 kişiyi ağırlar duruma gelmiştir, bu benim için gerçekten büyük bir gurur ve mutluluk kaynağıdır.


Bugün, Gölyazı beldesi denildiğinde ilk akla gelen Ağlayan Çınar olmaktadır, Gölyazı beldesi 1500 nüfuslu, ilköğretim okulu, sağlık ocağı ve eczanesi olan bir belediyedir.

Sabahları sezon ve mevsime göre göl balıklarını mezatta bulabileceğiniz gibi aynı zamanda Ağlayan Çınar canlı balık lokantası ve çay bahçesinde de afiyetle yiyebilirsiniz.

Çınar altında sergilenen yöresel yiyecekler ve hediyelik eşyalar ziyaret yerine renk katmaktadır, köy fırını ve kasabında da hiçbir yerde bulamayacağınız lezzet ve doğallık vardır.


Doğa ve fotoğraf severler için Gölyazı beldesi bulunmaz bir fırsattır, özellikle gün batımı için zambak tepeye çıktığınızda Uluabat gölünün ayaklar altında kaldığını ve oluşan kızıl gurup içerisinde kaybolduğunuzu hissedersiniz.


Tarih ve doğanın gözyaşlarıyla noktalandığı yer
AĞLAYAN ÇINAR
Bursa İzmir karayolu 35.km Gölyazı beldesi
Apolyont / BURSA
www.aglayancinar.com

HIDIRBEY( MUSA) AĞACI VE EFSANESİ


Hatay'ın Hıdırbey Köyü'nde bulunan ve Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu tarafından anıt ağaç olarak ilan edilip koruma altına alınan
tarihi Musa ağacı Hatay'ın içinde barındırdığı önemli değerlerinden olan dev ağacın dalları bakımsızlıktan
kırılırken; çürümeye başlayan ağacın gövdesinde mantarlar oluşuyor.
Hatay'a gelen yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan ve Hatay'ın
inanç turizmi potansiyeline zenginlik katan ağacın gövdesinde mantar
oluşmaya başlarken, kırılan dalları tehlike saçıyor.
Rivayetlere
göre, yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen, çevresi 20 metre, gövde
çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20 metre olan tarihi Musa ağacı, hem
Hatay'ın turizmine katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü'nün başlıca
geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.
Tarihi Musa ağacını
yaklaşık 30 kişi, el ele tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor.1923
yılında bir aile ile fotoğraf çektiren Fransız askerlerinin fotoğrafları
da İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından çerçevelettirilerek ağaca
asıldı.

Hıdırbey Musa Ağacının Efsanesi:

Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın Samandağ'daki buluşmasından
sonra, birlikte Hıdırbey Köyü'nün yanındaki Musa Dağı'na çıkmak üzere
yola çıkarlar. Hıdırbey Köyü'ndeki Musa ağacının bulunduğu yere
geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu yere bıraktıktan
sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içtikten sonra
yollarına devam ederler. Asasını suyun kenarında unuttuğunu anlayan Hz.
Musa, döndüğünde ise asasının yeşerdiğini ve bir fidan haline geldiğini
görür. O günden bugüne, o ağaç Musa ağacı olarak bilinir.
problemler--nu16-egitimciyizbiz@googlegroups.com.rar

http://www12.zippyshare.com/v/18716754/file.html

27 Mart 2012 Salı

Küçükken yapamadıklarımız,büyüyünce yapabildiklerimiz SLAYTLAR...

http://www1.zippyshare.com/v/14475768/file.html

Çocukluğumun Bayramları

Bir çırpıda büyümek imkanı verilseydi daha küçücük bir çocukken hiç düşünmeden kabul ederdim. Oysa büyüdükten sonra ne kadar da hayıflandım küçükken yapmak isteyip de yapamadıklarıma. Hele bir bayramı daha uzaklarda geçirecek olunca çocukluğumun bayramları ne kadar değer kazandı gönlümde. Hele o bayramlar ne kadar güzeldi!

                En mutlu, en özgür olduğumuz gün olurdu bayramlar. Bir de aldığımız harçlıklarla kendimizi zengin hissederdik bayramlarda. Babamı bayram harçlığı vermeye alıştırmak kolay olmadı, haliyle ev kalabalık olunca adamcağızın cebini sarsıyordu bayramlar. Mehmet ağabeyimin belirli bir standardı vardı; herkese eşit davranırdı. Tacettin ağabeyimin bayrama gelmesini çok isterdik. Zira en yüklü harçlığı her zaman o verirdi. Ali ağabeyim! İşte onun ne yapacağı hiç belli olmazdı. Daha okula gitmediğim, paraları şekillerinden tanıdığım bir bayramda evde annem ve babamdan sonra ilk önce Ali ağabeyim karşıma çıktı. Beni kollarımın altından tutup yukarı kaldırarak eğilmeden şapur şupur bir güzel öpmüş, sonra da “Gülümün bayramı büyük olsun!” diyerek o zamanda bildiğim en büyük beş bin lirayı kendi elleriyle cebime koymuştu.

                Ne kadar sevinmiştim, ne kadar mutluydum. Beş bin liram vardı, dile kolay be… Ama aldanmışım. Durumu bakkala; büyük bir özgüvenle, bakkalın hepsini satın alacakmış gibi bir edayla girip cebimde beş kuruş olmadığının farkına varınca anlamıştım. Nasıl da utanmıştım, yanaklarım kıpkırmızı olmuştu mahcubiyetten… Koşarcasına çıkmıştım bakkaldan.  Ağabeyimin eli gerçekten de beş bin lirayla cebime girmişti ama aynı el yine beş bin lirayla geri çıkmıştı. Ben de –saf çocuk – buna kanmıştım.

                Çocukluğumun Gündoğmuş’unda bayramlaşmak… Caminin kapısında sıraya girip yaşıtlarımızla tokalaşıp, büyüklerimizin ellerini öperek sokak aralarına kadar giren sıraları seyrederken bayramlaşmak…  Bayram namazında caminin nereye kadar dolacağını merakla izler, bayramlaşırken sıranın bankanın yanından dönüp bizim eve doğru gitmesini isterdim…

                Namaz çıkışı geniş bir aile olmanın doğal bir sonucu olarak bizim evde büyük bir curcuna başlar. Çünkü büyükten küçüğe aile fertleri bayramlaştıktan sonra kurbanlar kesilecek. Annem her zamanki gibi hazırlık içinde. Dizlerindeki ağrı ve kemik erimesinin sonucu olarak kollarını yanlara doğru açar ve hafifçe aksıyormuş gibi yürür. Yüzünde nurani bir tebessüm, alnında çekilen çilelerin izi birkaç derin çizgi ile bahçede sessiz bir hazırlık içerisinde.

                Babam her zamanki gibi bir ordu kumandanı edasıyla herkese emir ve direktiflerini yağdırıyor:

-          Mehmet çabuk ol,

-          Ali sen daha üzerini değiştirmedin mi?

-          Mustafa bıçakları getir!

-          Serdar narın dibine kan kuyusunu kaz!

-          Hamza gır tekeyi getir!

-          Hatun ateşi daha yakmadın mı?

-          Çocuklar! Çekilin ayağımın altından…

Ve işte büyük an… Bıçağın altındaki İbrahim’i düşünerek hepimiz ilk kurbanın başına toplanır, ellerimizi kurbanın üzerine koyar ve babamı bekleriz.

Aslında evimizde kurban duasını bilen başkaları olsa da babam her bayramda kurbanların duasını eder ve hep birlikte tekbir getirmeye başlarız. Tekbirin sonu ise “Bismillahu Allahuekber!”

Kesilen ilk kurbanın etinden bahçede alelacele pişirilen külbastı yıllar geçse de unutamayacağımız en büyük tatlardan biridir hala. Bu arada soframızın onur konuğu sessizce teşrif eder bayram bahçemize. Ninem Sütçü Kızı Fatma murt – mersin – ağaçlarının altına oturur ve başlar geçmişten bir şeyler anlatmaya. Ah Sütçü Kızı yıllar var ki bayramlarımız sensiz geçiyor…

Ah çocukluğumun bayramları… Şimdi çocuğumdan ve çocuğu olduğum anamdan babamdan uzakta yalnız bir bayram… Sahi ne güzeldi çocukluğumun bayramları!

Alıntıdır...

 

18 Mart 2012 Pazar

18 mart  Çanakkale Geçilmez.

11 Mart 2012 Pazar

BİR KAÇ CÜMLEYLE YENİ EĞİTİM SİSTEMİMİZ

1 - Kabul edilen teklife göre,  okulların  kademeleri, 4 yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile 4 yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan kurumlar olarak düzenleniyor.
 
Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor.
 
Teklife göre, ilköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. “Bu  okullarda  kesintisiz eğitim yapılır” ifadesi , kanundan çıkarılıyor.
 
İlköğretim birinci ve ikinci kademe  okulları  bağımsız  okullar halinde kurulabileceği gibi imkan ve şartlara göre birlikte de kurulabilecek.
 
2 - İlköğretim 6-14 yaş grubundaki  çocukların  eğitimi ve öğretimini kapsayacak, kız ve  erkek  bütün vatandaşlar için zorunlu ve Devlet  okullarında  parasız olacak.Yasanın yayımı  tarihinde  ilköğretim kurumlarının 5, 6, 7 ve 8. sınıflarında eğitim görenler, eğitimlerini bu kurumlarda tamamlayacak.
 
İlköğretim birinci kademesinin son ders yılında öğrencilere; ikinci kademede devam edebilecekleri, ikinci kademenin son ders yılında da ortaöğretimde devam edebilecekleri “ okul  ve programların hangi mesleklerin yolunu açabileceği ve bu mesleklerin kendilerine sağlayacağı  yaşam  standardı” konusunda tanıtıcı bilgiler verilecek. Bununla ilgili gerekli çalışmalar yapılacak.
 
3 - İlköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. Yasadaki “kesintisiz” ibaresi çıkarılıyor. İlköğretim kurumları, 4 yıl süreli ilköğretim birinci kademe  okulları  ile 4 yıl süreli ilköğretim ikinci kademe  okullarından  oluşur. İkinci kademe ilköğretim  okulları , ortaöğretim programlarıyla ilişkilendirilecek. Hangi programlar için ilköğretim ikinci kademe  okullarının  oluşturulacağı Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.
 
Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor. Bu  okulları  bitirenlere ortaöğretim diploması verilecek.
 
Düzenlemede belirtilen ilköğretim birinci kademe sonrasında hangi programların açık öğretimle ilişkilendirileceği ve zorunlu eğitim kapsamına alınacağı Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek.
 
4 - Yasadaki, “ilköğretim  okulu ” ibaresi, “ilköğretim birinci kademe” şeklinde değiştiriliyor.
 
Çırak olabilmek için “14 yaşını doldurmuş, en az ilköğretim  okulu  mezunu olmak” şartı da değiştiriliyor. Çırak olabilmek için 11 yaşını doldurmak ve ilköğretim birinci kademeden mezun olmak şartı getiriliyor.
 
Özet olarak 8 yıl eğitim şartı yine uygulanıyor ancak 4. Sınıftan sonra isteyen başka okulda devam edebilecek. Okullar da İlköğretim 1. Ve 2. Kademe şuan olduğu gibi aynı çatı altında olacağı gibi, ilk öğretim 1. Kademe ile 2. Kademe farklı okullar şeklinde de kurulabilecek.
 
5 -Teklifle, üniversiteye girişteki katsayı  uygulamasına  ilişkin düzenleme de yapılıyor.
 
Buna göre, Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri, imkan ve  fırsat  eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, YÖK tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak.
 
Yükseköğretim kurumlarına, esasları YÖK tarafından belirlenen merkezi sınavlarla girilecek. Yerleştirme puanlarının hesaplanmasında adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınacak. Ortaöğretim bitirme başarı notları en küçüğü 100, en büyüğü 500 olmak üzere ortaöğretim başarı puanına dönüştürülecek.
 
Ortaöğretim başarı puanının yüzde 12'si yerleştirme puanı hesaplanırken merkezi sınavdan alınan puana eklenecek.
 
Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar için mevcut kontenjanların yanı sıra YÖK kararı ile ayrı kontenjanlar belirlenebilecek.
 
Kişinin üniversitede, ortaöğretim kurumundan mezun olduğu meslek dalıyla aynı bölüme yerleşmesi halinde ortaöğretim puanına ek olarak, ortaöğretim puanının yüzde 6'sı yerleştirme puanına eklenecek.
 
Mesleki ve teknik orta öğretim kurumlarından mezun olan öğrenciler, bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya bunlara en yakın olan mesleki ve teknik önlisans yükseköğretim programlarına sınavsız olarak yerleştirilebilecek. Bu öğrencilerin yerleştirilmesine ilişkin usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığının görüşü üzerine YÖK tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.
 
Katsayı konusunda ise özetle Meslek liselerini mağdur etmemek şartıyla top YÖK’e atılmış ve tüm yetkiler YÖK’e verilmiş görülüyor.

22 Ocak 2012 Pazar

BÜYÜME

Büyümenin en hızlı olduğu dönemler = intrauterin yaşam, doğumdan sonraki ilk yıl ve ergenlik yılları Büyümenin sabit ve kısmen yavaş seyrettiği dönemler = 3 - 4 yaş, 9 - 10 yaş aralarında Büyüme ve gelişim ile ilgil önemli noktalar: Hareketli çocuklar daha zayıftır. Ortalama olarak erkek bebekler, kızlara göre tüm beden oranları bakımından biraz daha büyüktürler. Kızlar ve erkekler benzer büyüme modeline sahiptir. Kol ve bacaklar gövdeden daha önce büyürler. Egzersizin, kemiğin uzaması ve genişliğinin artması üzerinde etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Hastalıklar, başlangıç zamanı, şiddeti ve süresine bağlı olarak büyümeyi olumsuz yönde etkiler. Kutup bölgelerinde doğan ve yetişen çocuklar, daha yuvarlak hatlara sahiptirler ve daha yavaş büyürler. 8. yaşta erkek çocuklarının ortalama boy uzunluğu, kızlardan 1 cm kadar daha uzundur. Günümüz çocukları 100 yıl öncesine göre daha uzun, daha ağır ve daha olgundurlar. Boyda uzama ilkbahar aylarında hızlanır, ağırlık artışı sonbaharda görülür. Doğumdan itibaren incelendiğinde başın en hızlı gelişen organ olduğu gözlenir. Bedence büyümenin hızı, sosya - ekonomik koşullara, ve beslenmeye büyük ölçüde bağlıdır. Doğumdaki Ağırlıkla İlişkili Olarak Ortalama Ağırlık ( kg ) YaşAğırlık ( kg )Doğumda2,263,174,086 ay6,587,488,391 yaş9,079,5210,432 yaş10,8912,0213,153 yaş12,9314,0614,974 yaş15,4216,5617,925 yaş17,4618,3719,736 yaş19,0520,1821,787 yaş20,8622,0023,598 yaş22,4524,9525,869 yaş24,9527,2229,4810 yaş26,3129,4931,30 Doğumdaki Ağırlıkla İlişkili Olarak Ortalama Boy ( cm ) Doğumdaki Ağırlık2,26 kg3,17 kg4,08 kgYaşUzunluk ( cm )2 yaş82,685,187,63 yaş90,292,795,24 yaş96,5100,3104,15 yaş104,1108,0109,26 yaş110,5113,0114,37 yaş118,1119,4120,68 yaş120,6124,5127,09 yaş125,7130,8132,110 yaş130,8133,4136,0 0 - 12 aylık ( 0 - 50 haftalık ) Yaşamın ilk yılında boy ve ağırlıkta hızlı bir artış vardır. Normal bir bebek 2500 - 4500 gr arasında dünyaya gelir. Yeni doğan, ortalama 45 - 50 cm uzunluğundadır ( bu uzunluğun ¼’ ü baştır ). Dövdenin bacaklara oranı ¾’ tür. Bebek doğumdan birkaç gün sonra su kaybı nedeniyle, doğum ağırlılığının 0/0 6 - 10’ nu yitirir. Doğumun 3. - 4. günleri ağırlık iyice düşer, 1 gün sabit kalır ve ertesi gün artış başlar. 10. gün doğum ağırlığına erişilir. NOT: Doğumda ortalama ağırlık 3402 gr, doğumda rastlanabilen en düşük ağırlık 2268 gr, en yüksek ağırlıksa 6350 gr’ dır. NOT: İlk altı ay boyunca beden oranlarındaki değişme çok azdır. NOT: Erkek bebeklerin doğum ağırlığı kız bebeklerin ağırlığından 0/0 4 oranında fazladır. 0 - 6 ayda normal bir çocuk günde ® 20 - 30 gr haftada ® 150 - 250 gr alır. 6 - 12 ayda normal bir çocuk günde ® 15 - 20 gr haftada ® 100 - 150 gr alır. Bebekler 5. ayın sonunda doğum ağırlığının iki katına, 1. yılın sonunda doğum ağırlıklarının üç katına ulaşırlar. Boy ilk yıl 25 - 26 cm artar = 10 cm (0 - 3 ay) + 6 -7 cm (3 - 6 ay) + 5 cm (6 - 9 ay) + 3 cm (9 - 12 ay) Böylece 1 yaşını dolduran bebek, yaklaşık olarak 75 - 76 cm ‘e ulaşır. Baş çevresi doğumda 34 - 35 cm’dir. 6. ayda yaklaşık 44 cm’dir. Bir yılın sonunda baş çevresi 46 - 47 cm’i bulur. İlk yıl baş çevresinde 12 cm ’ lik bir artış görülür. 6. aydan sonra normal bebeklerde gövde, baştan daha büyüktür. NOT: Beslenme bozukluğu görülen çocuklarda, düşük ağırlıkla birlikte baş ölçüsünün de gövdeden daha büyük olduğu görülür. 1. yaş Boyu ® 85 - 86 cm, ağırlığı ® 12 kg kadardır. 12 - 24 ay arası sağlam bir çocuk ® ortalama haftada 50 gr kadar alır. 24. ayda doğum ağırlılığının dört katına ulaşır. Bu dönemde boy ve ağırlık arasında 0/0 60 oranında bir ilişki görülür. Beynin büyümesi bu dönemde yavaşlar. Baş çevresinde 2 cm’ lik bir artış görülür. Dönemin ortalarına doğru baş çevresi 2 cm/yıl hızıyla artmaya devam eder. 1 yaşındaki çocuğun diş sayısı 8’dir. Büyümede bir yavaşlama görülür. 1 - 3 yaş arasında boyda ortalama 20,5 cm, ağırlıkta 4,7 kg’ lık bir artış görülür. 2 - 6 yaş: Yıllık boy uzunluluğu artışı ergenliğe kadar her yıl ® 5 ,08 cm kadardır. Ağırlık ise her yıl ® 2,270 gr kadar artar. 2 - 5 yaş arası kazandığı ağırlık miktarı yaşamın ilk yılı sırasında kazandığı miktardan daha azdır. Bu dönem, çocuğun okul öncesindeki temel hareketlerden ilkokul dönemindeki spor becerilerine doğru ilerleyen çok çeşitli hareket becerilerini kazandığı ve geliştirdiği dönemdir. Her iki cinste de bu dönemde yağ dokusunda önemli derecede azalma görülür. Kas dokusu oranı, toplam beden ağırlığının 0/0 25’i olarak sabit kalır. Göğüs karından daha geniş olmaya başalar. Kemikleşme oranı çok hızlıdır. 2 yaşında beyin gelişiminin 0/0 60’ ı gelişimini tamamlamıştır. Beynin 3 yaşında yetişkinin beyin ağırlılığının 0/0 75’ine, 6 yaşında ise 0/0 90’a ulaşır. Ancak beyin kabuğu 4 yaşına kadar gelişme göstermez. Duyular hala gelişmemiştir. Göz küresi 12 yaşa kadar tam büyüklüğüne ulaşmaz. Retina noktası 6 yaşına kadar tamamen gelişmemiştir. Diş fırçalama 2 yaşında başlar. NOT: Erkek çocuklar, kızlardan çok daha fazla kemik ve kas kütlesine sahiptirler. NOT: Büyüme, bakım ve beslenme yönünden kötü çevre koşullarında yetişen çocuklarda 3 yıl kadar geridir. NOT: Boğaz ve orta kulağın açıldığı östaki borusu daha kısa olduğu için çocuklar orta kulak enfeksiyonlarına karşı daha duyarlıdırlar. 2,5 yaş 2,5 yaşında süt dişleri 20 tanedir. 3 yaş 3 - 6 yaşlar arasında çocuk yılda 7 - 8 cm, ağırlıkta 2,2 kg’ lık bir artış gösterir. 4. yaş Bu yaşta doğum boyunun iki katına ulaşılır. 4 - 5 yaşlarında şişmanlık varsa, ilerde de şişman olunur. 5. yaş Baş çevresi, 5 - 12 yaş arası ortalama 51 - 54 cm’e ulaşır. Bu dönemin sonuna doğru beyin erişkin düzeye ulaşır. 5 yaşında beyin gelişiminin % 90’ ı tamamlanmıştır . Bu yaştaki gelişim ilk dört yıla oranla yavaşlamıştır. Adrenal bezi, heyecanlarda etkin bir rol oynar. Bu bezdeki gelişimin 0 - 5 yılla 11 - 16 yaşları arasında hızlı olduğu görülür. 6 . yaş (6 - 12 yaş): Bu yıllar boyunca beden yapısındaki gelişme oldukça az ve önemsizdir. Bu yılların en önemli özelliği, her ne kadar sabit ve yavaş büyüme olarak biliniyorsa da çocuk, oyun ve spor performansında gittikçe daha olgun düzeye ulaşır ve becerileri hızla öğrenir. Ağırlık ve boyda meydena gelen yavaş büyüme, çocuğa vücuduna alışması için fırsat verir. Kız ve erkeklerin büyüme modelleri arasındaki farklar en düşük düzeydedir. Kol ve bacaklardaki uzama, gövdeden daha hızlıdır. Erkekler, çocukluk dönemi boyunca kızlardan daha ağır ve daha uzun kol ve bacağa sahip olurlar. Kızların ise kalça genişlikleri daha fazladır. Bu nedenle, kız ve erkeklerin aktivetelere beraber katılmaları ve aktivetelerde cinsiyet ayrımı yapılmaması önerilmektedir. Bu dönemde, çocuğun algısal yetenekleri kesinleşir. Duyu motor organlar, gittikçe daha büyük uyumla çalışırlar. Böylece, bu dönem sonunda çocuk sayısız karmaşık becerileri kazanabilir. Ergenlik Ergenlik dönemi, büyümenin yeniden hızlandığı, biyolojik değişim ve olgunlaşmanın tamamlanarak çocuğun artık erişkin görünümüne girdiği dönemdir. NOT: Kızlar ergenliğe erkeklerden daha önce girdikleri için erkeklerden daha uzundurlar. Erkekler, 14 yaş civarında kızlara ulaşırlar ve onları geçerler. Aynı zamanda, 12 - 14 yaşları arasında kızlar erkeklerden daha ağır olma eğilimindedirler. Kas kütlelerinde ¼ oranında artış görülür. Bu da ergenin sportif etkinliklere ve yoğun antremana hazırlıklı olmasını sağlar. Kız çocukları ® 8 - 13 yaşlarında ergenliğe girebilir. Erkek çocukları ® 9,5 - 15 yaşlarında ergenliğe girebilir. Ergenlik süresi 2 - 6 yıl arasında sürebilir. Ergenlik başlangıcında erişkin boyun 0/0 80’ i olan boy uzunluğu 2 - 4 yıl içinde erişkin boyunun 0/0 99’ na erişir. 10 - 12 yaşlar arasında kızlar erkeklerden daha iri olurlar. Büyüme hızı doruğu kızlarda ® 9 cm/yıl erkeklerde ® 10,5 cm/yıl Boy uzaması kızlarda ® 16 - 18 yaşlarında erkeklerde ® 18 - 20 yaşlarında durur. Genelde kızların 14 yaşından sonra uzamalarının durduğu ve gövde - bacak uzunlukları açısından yetişkin proporsiyonlarına da bu yaşta ulaştıkları gözlenmiştir. Ergenlik dönemi süresince beden ağırlığı kızlarda ® 16 kg erkeklerde ® 20 kg artar. Gerek kız derekse erkek çocuklarının bir çoğunda, ergenlik öncesinde ( 8 - 10 yaşlarında ) bedende yağ depolanması sonucu ağırlıkta belirgin bir artma görülür. Ergenlik dönemi boyunca ise erkeklerde ve kızlarda ağırlık artışı nedenleri farklıdır. Erkekler ® kas gelişmesi iskelet kitlesinin artması Kızlar ® yağ depolanması sonucu kilo alırlar. Ağırlık artmasının en hızlı olduğu dönem, “ büyüme hızı doruğu ” ’ ndan altı ay sonra yaşanır. NOT: 4 - 10 yaşlar arasında yıllık büyüme nisbeten yavaştır.

ERGENLİK ÇAĞI

Çocuklarımız artık ""ergenlik"" diye adlandırdığımız bir geçiş sürecinin içindeler. Ergenlik döneminde bulunan çocuklar kendilerini tanıma yolunda büyük bir çaba harcayarak bir takım sorulara cevap bulmaya çalışırlar. ""Ben kimim?"", ""Nelerden hoşlanırım?"", ""Gücüm ve yeteneklerim nedir?"", ""Neleri yapamam, neleri yapabilirim?"", ""Gelecekte ne olacağım?"" gibi sorular onların kafasını sürekli meşgul etmektedir. Bu anlamda ergenlik dönemi ergenin kendini ilk kez tanımladığı ve kimliğine kavuştuğu bir dönemdir. Bu dönemde hem aile hem okul olarak çocuklarımızın ihtiyaçlarını doğru tespit edebilmeli ve onların bu hassas dönemi en sağlıklı şekilde geçirebilmeleri için onlara destek olmalıyız. Bana Neler Oluyor? Ortalama olarak kız çocuklar erkeklere oranla yaklaşık iki yıl önce ergenlik dönemine girerler. Ergenlik dönemine girişte yaşanılan coğrafi bölgenin iklimi, genetik yapı ve bireysel farklılıklar gibi özellikler etkilidir. Bu nedenle, ergenlik dönemi için kesin bir başlangıç ve bitiş yaşı verilememektedir. Ergenliğe geçiş olarak bilinen ön ergenlik dönemi aslında bireyin kendini arada kalmış hissettiği bir yaşam dilimidir. İçinde bulunduğu toplum, ebeveyn ve öğretmenlerin onu artık hem bir çocuk gibi görmeyi bıraktığı hem de yetişkin rolü ve işlevini tümüyle vermediği bu dönemde farkında olmadan bireyin arada kalmışlık duygusu pekiştirilebilmektedir. Çocukluktan erişkinliğe geçiş olan ergenlik dönemi bireyde gözlenebilen sürekli ve süratli bir gelişimi ve değişimi kapsamaktadır. Bu gelişim ve değişimler; bedensel, psikolojik, sosyal ve bilişsel alanlarda gerçekleşmektedir. Fiziksel Değişimler • Fiziksel değişimin hızlı ve fark edilir olması ergenin kendini kabullenmesi sürecinde iç huzursuzluğu yaşamasına neden olabilir. • Bu dönemde fiziksel değişim içindeki ergenin en çok çelişkide kaldığı durum; bedenini kabul etmek ve reddetmek arasında kalmaktır. • Yeni beden biçimi ile aşırı ilgilenir, kendisini inceler ve kusurlar arar. • Giyime, saçlarına, süslenmeye düşkünlük gösterir. Zayıflık, şişmanlık, boyun uzun veya kısa oluşu sorun olmaya başlar. Bu dönemde vücudunu gizlemeye önem verebilir, hiç kimse tarafından değişen bedeninin görülmesini istemeyebilir. (Özellikle giyinirken odasına girilmesinden hoşlanmayabilir; bedenini bol kıyafetlerin altında saklamaya çalışabilir.) • Bazen de ilgi çekmeye çalışmak ve kendisini bir gruba ait hissetmek adına saçlarını farklı kestirmek ve jöle sürmek gibi davranışlarda bulunabilir. Psikolojik ve Sosyal Değişimler • Ergen, anne-babadan kopabilmek ve farklı olduğunu ispatlamak için, hırçın, saygısız, acımasız, yıkıcı, düzensiz ve kurallara uymayan ya da aldırmaz, içe kapanık, şüpheci vb. davranışlar sergileyebilir. • Yaşadığı gerginlik nedeniyle kavga ve dargınlıklara hazırdır. Kardeşiyle, arkadaşıyla, anne – babasıyla çekişme ve itişme halindedir. • İlişkilerinde bağımsız, güçlü bireyler olduklarını sergilemeye çalışmalarına rağmen güç durumda ve çaresiz kaldıkları zaman ailelerinin desteğine ve ilgisine ihtiyaç duyabilirler. • Yalnız kalma isteği vardır. Kendini toplumdan soyutlar, ev halkı ile yapılan etkinliklere katılmak istemez. • Daha önceleri oynadığı oyunlardan bıkmıştır, oyunları çocukça bulur. • Uzun süre bir yerde oturamaz, gergin ve huzursuzdur. • Duygusal durumda iniş ve çıkışlar görülmektedir. Bazen hassas ve duyarlı bazen abartılmış öz eleştiri göze çarpar. • Çabuk heyecanlanır, öfkesini kontrol edemez. • Hiçbir şeyden hoşnut olmaz, her söyleneni kendine yöneltilmiş bir eleştiri olarak algılar. Başkalarının kendisini anlamadığını düşünür, aile ve okul yaşamında kendi fikirlerine önem verilmesinden hoşlanır. • Her şeyi herkesten daha iyi yapabileceklerine inanır ve buna uygun davranışlarda bulunur. • Bu dönemde hemcinsleri ile arkadaşlık ilişkileri daha yaygındır. Arkadaşlarının düşünceleri ailenin isteklerinden daha önemlidir. Bunun sonucunda da aynı düşünce ve istekleri olan arkadaşların bir araya geldiği gruplara bağlanma dikkati çeker. Grubun liderliğini mutlak otorite olarak kabul eder ve grup kararlarına uygun davranışlarda bulunur. • Hayal kurma ve hayallerindeki kişilerin yerine geçme isteği gözlenebilir. • Hayranlık duyduğu ve örnek almaya çalıştığı sinema, tiyatro artistleri, pop müzik starlarını taklit etmeye çalışabilir. Odasını bu kişilerin afiş ve posterleri ile süslemek gibi davranışları vardır. • Kendi için özel olan cinsel yaşamı ile ilgilidir. Bu konuda sürekli araştırma yapar. • Kızlar için anne, erkekler için baba model olmaya başlar. Bilişsel Değişimler Derslerde ve belli yeteneklerde cinsiyet faktörü görülmeye başlanır. Kızlar okuma, yazma ve genellikle sözel yeteneklerde; erkekler ise uzay ilişkileri ve mekanik yeteneklerde daha başarılı olurlar. Bu dönemin sonuna doğru daha soyut düşünebilir, çeşitli seçenekleri görebilir, bilgi ve becerilerini değişik durumlara aktarıp varsayımlara dayalı düşünme yönünden de gelişirler. Problem çözerken mantıksal yollar kullanma ve alternatifleri göz önünde bulundurma eğilimi artar. Ergenle İletişim Ergenin davranışlarına rehberlik edecek değerleri kazanması ve sosyal yönden sorumluluklarını öğrenmesi konusunda yardıma ihtiyacı vardır. Normal şartlarda ergenin bu ihtiyacını karşılayan ve ergenin yaşamında etkili olan toplumsal kurum aile olmalıdır. Aile ortamında gördüklerinin, olgunlaşmakta olan ergenin kişilik yapısını biçimlendirmede çok derin etkisi vardır. Anne-baba ile çocuk arasındaki belli başlı ilişkiler, ergenin bunu algılaması ve anlamlandırmasını etkiler. Anne-babayla çocuk arasındaki ilişkilerin ilk bakışta hayli uyumlu olduğu sanılırsa da gerçekte karmaşık ve çok yönlü niteliği unutulmamalıdır. Ergenlik döneminde, ergen isyankar davranışının yanında anne-babanın desteğine ihtiyaç duyar. Bu düşünce ergenin iç çatışmalar yaşamasına neden olabilir. Ergene karşı yetişkinin baskı ve yasaklara dayanan disiplin anlayışı, olumlu ve yapıcı olması gereken bu evreyi çatışmalarla dolu olumsuz bir döneme dönüştürebilir. Ergenle İletişimde Aileyi Neler Bekler? • İlişkide ilk temel nokta güvendir. Ergen, anne babasına güven duyduğu sürece sorunlarına onları da ortak eder ve çözümü kolaylaştırmış olur. Diyalogun çocukluk yıllarından bu yana kopuk oluşu, ergenin bu dönemde anne babasıyla zıtlaşmasına, kutuplaşmasına neden olabilir. • Kurulacak ilişki ergenin haklarıyla sorumlulukları arasında denge kurabilecek nitelikte olmalıdır. • Aile içinde ergene yönelen farklı tutumlar ergenin kararsızlık ve tutarsızlığını arttırabilir. Örneğin: ""Sen daha çocuksun, daha bilemezsin"" diyen bir yetişkinin bir gün sonra ""Artık kocaman adam oldun hala bilemiyorsun"" şeklindeki suçlaması ergeni dengesizliğe itebilir. • İletişim kurmanın ana özelliklerini ebeveynden alıp daha sonra şekillendireceği için, ergenin model alacağı anne babaya ihtiyacı vardır. • Ergen anne babanın veya arkadaşlarının ölçüleri içinde değil, kendi ölçüleri içinde değerlendirilmeyi ister. İletişimde sosyal kabul ve onay bekler. Davranışlarının temelinde, başkaları tarafından beğenilmek, kabul edilmek isteği ile şiddetli bir bağımsızlık arzusu ve yetişkinlere kendini bağımlı kılan bağlardan kurtularak, kendi kişiliğini kanıtlama gereksinimi bulunmaktadır. Ergenin özerkliği için sürdürdüğü savaşım sadece ailesine karşı değil, tüm otoriteye karşıdır. • Ergen iletişimde anlaşıldığını bilmek ve varolan potansiyelini ortaya çıkarmak için desteklenmek ister. Bu nedenle, ergenin anlaşılabilmesinin yollarından birisi de aktif dinlenilmesidir. Anne Babalara Öneriler • Bu dönem ergenin kendisi için olduğu kadar, anne – baba için de sıkıntılı bir dönemdir. • Ergene karşı tutarlı davranışlar sergileyin. • Ergenle ilgili sorunları onunla yalnızken ve zamanında paylaşın. Asla bir kaç sorunu birlikte ele almayın. • Vaktiniz sınırlı ise bu durumu ona anlatarak uygun bir zaman bulmaya çalışın, geçiştirmeyin. • Sorunları onun bakış açısından görmeye çalışın. • Sürekli ikaz etmekten kaçının. Sadece yanlışlarını değil, doğrularını da yakalamaya çalışın. • Akranları ile kıyaslama yapmayın. • Arkadaşlığın birinci derecede önemli olduğu bu dönemde arkadaşlarını ve ailelerini tanıyın, onlara da arkadaşça yaklaşın. Yanlış olduğunu düşündüğünüz arkadaşlıklarının beğenmediğiniz yönlerini görmesine imkan ve zaman verin. • En hassas olduğu konu çocuk yerine konulmasıdır. Bu nedenle çocuk yerine koymayın. • Ergenin kendisi olmasına izin verin. Onu bir birey olarak kabul edin, düşüncelerini ifade etmesi için ona fırsat tanıyın. Öğüt verici ve ""Benim gençliğimde…"" diye başlayan konuşmalardan kaçının. • Ergeni ilgilendiren bütün konularda, her iki tarafın isteklerinin belirlenerek bir orta noktaya varılması en iyi çözüm yoludur. Kararları onunla birlikte verin. • İletişim kurarken onu mutlaka dinlediğinizi gösterin, bu şekilde kendisini önemli hissetmesini sağlayabilirsiniz. • Ergenin sahip olamadıklarına üzülmek yerine, sahip olduklarına sevinin. • Duygusal iniş-çıkışlar şeklindeki tepkilerinin size veya kişiliğinize karşı olmadığını, ergenliğin bir özelliği olduğunu kabul edip ergeni biraz rahat bıraktığınızda onun da sakinleştiğini fark edeceksiniz. • Kendine güvenmeyen ergenin yapabildiklerini görmesini sağlayın, yeterli olduğu konularda onu destekleyin ve teşvik edin. Örneğin, basketbolda başarılı olmayan bir ergeni yüzmeye yönlendirmek gibi… • Ergene yargılayıcı veya suçlayıcı davranırsak, onunla iletişimimizi koparır ve kendimizden uzaklaştırırız. Çocuklarımıza sevgimizi göstermeliyiz.

18 Ocak 2012 Çarşamba

lapa lapa kar yağdı çocuk şarkısı-egitimciyizbiz@googlegroups.com

http://www.multiupload.com/V0MUN7XS34

15 Ocak 2012 Pazar

Patron Öğretmenden Lider Öğretmenliğe

   "Patron Öğretmenden Lider Öğretmenliğe" yazısına farklı bir bakış açısı.   
 Değerli dostlar "Patron öğretmenden, lider öğretmene" başlıklı yazıda mesajın öğretmenlere gibi algılanması yanıltıcı olur kanaatindeyim. Nedeni ise ana-babaların çocuklarının ilk ve en etkili
öğretmenleri oluşu ve ömür boyu bundan kurtulamayacakları gerçeğidir.
Daha da önemlisi çocuklarımız okula gidinceye kadar ömür boyu elde edecekleri ruhsal ve karakter yapılarının temel taşının %85'nin evde ana-baba tarafından kazandırıldığı göz önüne alınırsa "en zor zenaatın" ana-babalık zenaatı olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
O halde çocuk yetiştirmede ana-babaların klasik ve geleneksel (patronca) rolleri tartışılmalıdır. Ne dersiniz? İsterseniz bu açıdan bir bakış tarzı ile o yazıya eleştirel bir yaklaşımla göz atalım. Belki değişim yolculuğunda ilk adım olabilir. Kimbilir bakarsınız mükemmel bir sonuca ulaşırız. Dualarım bu çok uzun yolculukta sizlerle. Ben bu çetin yolu Allah'ın yardımıyla yarıladım. Sonuç mu? M Ü K E M M E L...
Sağlıkcakla kalın.