Dersi derste öğren. Bir bilginin yarıdan fazlası derste öğrenilir. Anlamadığınız yerlerde öğretmenl

Dersi derste öğren. Bir bilginin yarıdan fazlası derste öğrenilir. Anlamadığınız yerlerde öğretmenl
Yeterki iste! Her yerde öğrenir, her yerde öğretirsin...

14 Mayıs 2013 Salı

8 Mayıs 2013 Çarşamba

YORGUNLUK VE STRES

Yorgunluk en sık görülen sağlık problemlerine neden olabilen bir durumdur. Her on insandan ikisi, yorgunluğa bağlı baş dönmeleri ve denge bozuklukları ile karşı karşıyadır. Yorgun kişide bitkinlik mevcuttur ve enerji eksikliği söz konusudur. Yorgunlukla beraber görülen baş dönmeleri En fazla 40 yaşından sonra görülmekte, kırk yaş altında daha az görülmektedir. En fazla kadınlarda görülmektedir.

Dengemizi nasıl sağlarız?

Gözle algıladığımız objelerin bilgileri, İç kulağımızda yarım daire kanalları adı verilen aynı bir su terazisi gibi çalışan sistemin içindeki sıvılar hareketleriyle algılanan uyarılar ve vücudumuzdaki kasların hareketiyle alınan uyarılar beyne iletilir. Beyinde (Beyin sapı ve beyincik) bilgilerin koordinasyonu yapılarak daha önce edinilmiş bilgileri de kullanarak beyinden uyarılar kaslara gönderilir. Yapılan işe uygun kaslar gevşer veya kasılır ve dengemiz sağlanır. (örneğin adım atarken bir gurup bacak kası kasılır bir gurup bacak kası gevşemek zorundadır. ) beyinden alınan yorumlanmış uyarılarla iskelet ve kas sistemi dengeli bir şekilde senkronize çalışarak hareketlerimizi oluşturur.

Baş dönmesi ve tıpta vertigo aynı adla anılırken dönme hissinin sebebine bakarak ayırmak gerekir. Baş dönmesi ve gerçek vertigo diye adlandırılan durumlarının kişide yarattığı etkiler ve kaynakları farklılık gösterir. Gerçek vertigo iç kulak ve beyne kadar olan yolları ve beyni de (Beyincik, pons)içine alan patolojileri ihtiva eder. Başlıca sebebi zihinsel ve fiziksel stresin yanı sıra, yorgunluktur. Dönme ile ilgili şikayetlerin % 70 -80 iç kulak kaynaklı hastalıklarla olmaktadır.

Baş dönmesi durumu başta hissedilen bir duygu olup, Konsantrasyon güçlüğü, kişinin kendisinde dengesizlik duygusu vardır. Etraftaki objelerin hareketli olması söz konusu değildir ve başta dönme hissi vardır. Genellikle sürekli devam etmez aralarda şiddetini azaltır. Daha ziyade bayılma hissi, sersemlik bazen mide bulantısı bazen de kusma görülür.

Genellikle kan basıncındaki anlık bir düşüş baş dönmesini oluşturur. Kısa bir yatış yaparak tansiyonun düzelmesi ve baş dönmesi geçebilir. Bu çok önemli bir durum değildir. Bunun yanı sıra baş dönmesinin pek çok sebebi olabilir. Allerji, grip, soğuk algınlığı, İshal, ateş, kusma, derin sürekli nefes alıp verme, stres, alkol, ilaç kullanımları veya zehirlenmeleri baş dönmesine neden olabilir. Farklı bir durum, yani kalp ritim bozuklukları, sindirim sistemi içinde gizli bir kanama odağı olması gibi durumlarda bayılma oluyorsa mutlaka bir doktor kontrolünde takip olunmalıdır.

Gerçek vertigoda Ayakta düz durmakta veya yürürken zorluk vardır. Kişi tarafından etrafta bulunan objeler hareket halinde olduğu hissi vardır. Ayakaltından yer kayıyor hissi, deprem oluyor hissi vardır. Ayaktayken etrafınızın dönmesi, düşme, devrilme gibi durumlar yaşanır. Bazen de yatarken bile etrafın dönmesi söz konusu olabilir. Kişinin yatıyor olması bile kişiye güven vermez. Kişide durumuna bağlı çaresizlik hissi, korku vardır. Bunlarla beraber sonucunda hastanın psikolojisi bozulabilir, depresyon gelişebilir. Şiddetli kusma veya bulantılar eşlik edebilir. Hareketle, baş pozisyonu veya farklı bir yöne bakmada dönmeler artabilir. Ani başlar, genellikle iç kulaktaki menier, vestibuler nörinit, labirentit adı verilen hastalıklarda görülebilir. Bunlardan başka Benign paroksismal pozisyonel vertigo (BPPV) adı verilen rahatsızlıkta, iç kulakta denge unsurunda görevi olan kristal (otolit) adı verilen partiküllerin iç kulakta yarım daire kanalı adı verilen bölgeye geçmesiyle oluştuğu bununda dönmeye neden olduğu kabul edilmektedir. BPPV de belirtileri genellikle birkaç dakika için birkaç saniye sürer ve (gelir ve gider) aralıklı olur. Bunlar da genellikle pozisyonunda bir değişiklik (örneğin, yatakta üzerinde pozisyon değiştirme, yataktan kalkmada) sonucu olarak baş dönmesi, dengesizlik ve mide bulantısı, içerebilir.
Menier hastalığı ve vestibüler nörit belirtileri sürekli baş dönmesi, dahil işitme kaybı , kulak çınlaması, ve sık sık gün içinde saatler süren kulakta basınç dolgunluk hissi ile olabilir.

Nörolojik hastalıklara bağlı baş dönmelerinde ise baş ağrısı, uyuşmalar, felçler, göz hareketlerinde anormallikler görülebilir , baş dönmesinin yanında şiddetli bulantı ya da kusmanın da eşlik edebilir.

Genellikle vertigonun tetiklenmesi en fazla stres ile olur. Diğer sebepler arasında allerji kandaki birtakım mineral eksikliklerini de tetiklenebildiği gösterilmiştir. Oluşma yeri ya iç kulaktır ya da Beyindeki yapılara (beyincik, pons) bağlıdır. İç kulakta oluşma mekanizması için iç kulaktaki sıvı artışına bağlı denge sisteminin etkilenmesi(Endolenfatik hidrops,menier hastalığı) ya da iç kulakta denge unsurunda görevi olan kristal (otolit) adı verilen partiküllerin yarım daire kanallarının içine geçmesiyle oluştuğu kabul edilmektedir (BPPV) Müzminleşmiş orta kulak iltihaplarının iç kulağa yayılması veya etkilemesi sonucunda labirentit, İç kulaktaki denge ile ilgili uyarıları beyine ulaştıran sinirin iltihaplanması durumunda vestibüler nörinit adı verilen hastalık, iç kulakta veya iç kulak sinirindeki tümöral hastalıklar baş dönmesi yapabilmektedir.

Yorgunluk ve baş dönmesi ile mücadele etmek için

1. Düzenli egzersiz yapın
2. Kahvaltınızı düzenli yapın, enerji veren protein ve karbonhidrattan zengin besinler ile beslenin.
• Peynir, zeytin ve tam tahıllı ekmek
• Meyve, yoğurt, tahıl (yulaf, müsli)
• Haşlanmış yumurta kepekli lavaş içinde
• Pişmiş yumurta, kızarmış ekmek ve meyve
• Kuru üzüm ile yulaf
3 Vücudunuz susuz kalmasın hafif susuzluk bile kandaki elektrolit dengesini etkileyerek kalp ve kas fonksiyonlarını etkileyebilir.
4 Uykunuzu yeterli alın. Her gece 7-8 saat
5 Vitaminlere dikkat edin. Düzenli meyve tüketin veya doktor önerisiyle vitamin ilaçları alın.
6 Aroma terapi uygulayın. Nane, yasemin gibi koku veren yağları Evinizi ve ofisinizi hoş kokulu ortamında bulundurun. Duş alırken de vücuda da uygulayabilirsiniz.
7 Çalışma ortamlarınızı ve ev düzenini kullanışlı size mutluluk verecek halde dizayn edin.
8 Elektromanyetik ortamlardan uzak durun veya elektromanyetik dalga yayan cihazları sürekli kullanmayın (TV. Cep telefonu, bilgisayar vs.)
9 Stresten uzak durun, zaman zaman dinlenin ve tatil yapın
10 Çay ve kahve tüketiminizi makul ölçülerde tutun
11 Tansiyon düşüklüğü yoksa tuz kullanımınızı sınırlayın.
12 Alkol ve sigaradan uzak durun.
13 Geçmeyen yorgunluk ve baş dönmeleri için mutlaka doktora müracaat ediniz
.Soru ve görüşleriniz için: drahmetsirin@mynet.com

20 Mart 2013 Çarşamba

SİGARANIN 10 ZARARI 

1) Ağız kokusu yapar, diş ve diş eti hastalıklarına yol açar.
2) Dudak, yanak ve gırtlak kanserine neden olur. Hatta sigarayı yakmadan dudağında taşıyan yada tütün çiğneyenlerde de ağız için kanserleri görülür.
3) Dilde, tat alma duyusunda bozulmalar olur.
4) Beyin hücrelerinin ölümüne yol açar. Öğrenme bozuklukları, hafıza zayıflığı ve erken bunama görülür.
5) Göz merceğinin saydamlığının azalmasına yani katarakta sebep olur.
6) Cildin yapısının bozulmasına neden olur. Leke ve kırışıklık oluşur.
7) Selülitlere sebep olur.
8) Burunda koku alma duyusu azalır.
9) Sinüzit, farenjit, bademcik ve orta kulak iltihabı gibi üst solunum yolu hastalıklarına yol açar.
10) Damar sertliğini hızlandırır. Beyin ve kalpte damar tıkanıklığına neden olur. Kalp krizi ve tansiyon yükselmesi görülür.

Sayamadığımız bir çok zararından sadece 10 tanesi....

Onun sizi bitirmesine izin vermeyin.

Öğretmenliğin Altın Kuralları



1-İlk başta öğretmen mesleğini sevmelidir. Bununla birlikte mesleğini çok iyi bilmeli ve alanında söz sahibi olmalıdır.

2-Derslerin iyi bir şekilde işlenmesi, öğretmenin kendisini öğrencilere sevdirmesi açısından çok önemlidir. Ders yılına nasıl başlarsak öyle gider. Bu bakımdan sınıf içindeki hal ve hareketlerimizi çok iyi ayarlamalı ve öğrencilerle olan ilişkilerimizde araya belli bir mesafe koymalıyız.

3-Öğretmen önce dersin amacını ve önemini kavratmakla işe başlamalıdır. Öğrenci dersi öğrenmesi gerektiğine inanmalı. Çünkü insanın tabiatında men edildikleri ve ikna oldukları şeylere karşı bir meyil ve istek vardır. Bu bakımdan öğretmen mevzuları akla mantığa uygun gerekçe ve ölçüleriyle anlatmalıdır.

4-Öğretmen konuşurken usandırmamalıdır. Öğrenciye vermek istediklerini, az konuşarak fakat öz ve kapsamlı bir şekilde vermelidir. Lafı çok uzatarak öğrenciyi sıkmamalıdır.

5-Öğretmen, konuları öğrencilerin kabiliyet, karakter ve anlayış seviyelerine göre anlatmalı ve ona göre ilgi göstermelidir. Aksi halde öğrenciler “dersi anlamıyoruz” diye hem öğretmene hem de derse karşı tavır alabilir. Ayrıca öğretmen, önemli konuların üzerinde hassasiyetle durmalı, gerekli yerlerde tekrarlar yapmalıdır.

6-Öğretmen, geçen dersin genel bir tekrarını yapıp dikkatleri topladıktan sonra diğer konulara geçmelidir. Aksi halde öğrenciler derse tam motive olamadıklarından dolayı ilgisiz ve isteksiz olabilirler.

7-Eğer öğrencilerin dikkatleri dağılmış başka şeylerle meşgul oluyorlarsa öğrencilerde derse karşı aşk ve şevk uyandırmak gerekir. Böyle durumlarda derse biraz ara verilmelidir. Sınıfın genel durumuna göre toplumda sevilen insanlardan örnekler verilerek veya kısa fıkralar anlatarak öğrencilerin dikkatleri toplandıktan sonra derse devam edilmelidir. Tabiki burada zaman ve ölçüyü iyi ayarlamak öğretmene düşüyor.

8-Öğretmen derste gerektiği yerde espri yapmasını da bilmelidir. Ancak espri yapılırken ölçü kaçırılmamalıdır. Burada esprinin yeri yemekteki tuz gibi olmalıdır.

9-Eğer mümkünse dersler öğrencilerin bizzat aktif katılımlarıyla işlenmeli ve uygulamaya yönelik konulara ağırlık verilmelidir. Çünkü bu tür konular öğrenciler tarafından istenerek yapılmakta ve daha kalıcı olmaktadır. (soru-cevap, münazara, deney v.b)

10-Öğrencilere sert davranmak çok sakıncalıdır. Öyleyse öğretmen öğrencilerle münasebetini çok iyi ayarlamalı, olur olmaz şekilde kızmamalıdır. Bilhassa herkesin ortasında öğrencilerin onur ve izzetlerini rencide etmemeye azami gayret göstermelidir.

11-Öğretmen öğrencilere son derece sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir alaka göstermeli, hal ve hatırlarını sormalı, dersleriyle ilgilenmeli ve onların maddi, manevi dertleriyle meşgul olmalıdır ki öğrenciler hocalarını sevsinler, öğütlerini tutup ona itaat etsinler.

12-Öğrenciler genelde sevdikleri şahısları örnek alırlar ve onlar gibi olmak isterler. Bu bakımdan öğretmen başkalarının yanında kendini arkadaşlarıyla hafif düşürecek gayri ciddi söz ve davranışlardan kaçınmalıdır.

Yiyecekler ve Sınavlarda Başarı

Yiyecekler ve Sınavlarda Başarı

Öğrenciler sınıf geçmek için çok çalışmak zorunda, dolayısıyla stres yükleniyorlar. Aşağıdaki birkaç noktaya dikkat ederlerse okulda ve sınavlarda daha başarılı olabilirler.

Diyetisyenler öğrencilerin bol bol sebze ve meyve yemesini öneriyor. En çok önerilen yiyecekler arasında kompleks karbonhidratlar var ki bu yiyecekler glukoz (şeker) içeriyor. Glukoz vücuda uzun sürede yayılıyor ve uzun süreli enerji veriyor. Bu tür yiyeceklere örnek olarak yulaf, esmer ekmek ve mısır verilebilir.

Gece ders çalışırken boş kalorili kırıntı tüketmek yerine sebze ve meyve öneriliyor. Bol sebzeli sandöviçler de bir seçenek olabilir. Sebze ve meyveler ya taze olarak tüketilmeli ya da suyu sıkılarak içilmeli; bunlara vücut ve beyin yiyecekleri deniyor. Aynı zamanda bu yiyecekler antioksidan ve Omega 6 ile Omega 3 ihtiva ediyor. Omega 6 veya Omega 3 içeren yiyecekler stresi kontrol altına almak için gerekli ve önemli. Öğrenciler çikolatalı süt içmek suretiyle gerekli kalorileri kolayca alabilirler.

Yiyecekler konusunda verilen tavsiyelere ek olarak egzersiz de öneriliyor. Ders çalışmak için uzun süreli masa başında oturmak ve harektesizlik kaslarda kramplara neden olabileceği için 15’er dakikalık molalar öneriliyor. Bu süreçte balkona çıkmak ya da odanın içinde birkaç adım atmak yararlı olabilir. Oda içinde hava kirliliğini önlemek için fırsat buldukça pencereler açılarak iç mekan havalandırılmalı.

Özellikle sınavlar zamanında tatlandırılmış içeceklerden, kızarmış yiyeceklerden, fast food ve şeker ihtiva eden diyetten uzak durmak öneriliyor çünkü bu yiyecekler öğrencinin yavaşlamasına neden oluyor.

8 Eylül 2012 Cumartesi

66 aylık çocuklarını okula göndermek istemeyen aileler, ilk ders zilinin çalacağı pazartesiden önce çocuklarına ‘eğitime elverişli değil’ raporu almak için hastanelere koştu, kliniklerde uzun sıralar oluştu.

66 aylık çocuklarını okula göndermek istemeyen veliler, ilkokullarda uyum eğitimi başlamadan önceki son iş gününde rapor alabilmek için has

tanelere akın etti. Bazı hastanelerin koridorlarına sabahın erken saatlerinde psikiyatri ve pediatri kliniklerinde kayıtların dolduğuna ilişkin notlar asılırken, AK Parti seçmeninin yoğun olduğu bazı ilçelerdeki hastanelere rapor için hiç talep gelmediği ortaya çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), velilerin, aldıkları raporları kasım ayı sonuna kadar okul müdürlüklerine teslim edebileceklerini bildirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 66 aylık çocuğunu okula göndermek istemediği için rapor alan velilere, “Rapor ihanettir. Niye evladım ‘gerizekalı’ diyorlar” şeklindeki eleştirisinin hastanelerdeki rapor kuyruklarına etkisi olmadı.

SABAHTAN SIRAYA GİRDİLER

66 aylıklar, ilkokullarda uyum eğitimine alınmadan önceki son iş gününde yine hastaneleri doldurdu. Ankara’da merkeze yakın bazı hastanelerin koridorlarına sabahın erken saatlerinde psikiyatri ve pediatri kliniklerinde kayıtların dolduğuna ilişkin notlar asıldı. Bazı veliler, bakanlığın istediği sağlık raporunu her hastanenin vermediğini öne sürüldü.

‘OĞLUM İÇİN KORKUYORUM’

Çocuğuna rapor almak için saatlerce kuyruk bekleyen Gökhan Otman, neden rapor almak istediğini şöyle anlattı:

“Çocuğum, tuvaleti geldiğinde bazen söyleyemiyor bile. Kıvranıp dururken yakalıyorum. ‘Senin tuvaletin mi var?’ diye sorunca söylüyor. Oğlumun kaydolduğu okulun müdürü ile konuştuk. Aynı sınıfta oğlumdan 21 ay büyük çocuklar da olacakmış. Öğretmenlerin teneffüste sınıftan ayrılmayacağını, çocuklara göz kulak olunacağını söyledi. Ama bu mümkün olabilir mi? Hem öğretmen açısından hem öğrenci açısından. Oğlum çok küçük kalacak sınıfta. Diğer çocukların oğluma kötü davranmalarından, onu ezmelerinden korkuyorum.”

‘KIZIM DAHA ÇOK KÜÇÜK’

Rapor almak için bekleyen bir başka veli Canaydın Bekar ise, “Yeğenim ile kızımın arasında 2 yaş fark var. İkisi de bu yıl okula başlayacak. Gelişimlerine bakıyorum, kızım henüz çok küçük. Bu yıl okulu başarabileceğini düşünmüyorum. Kızımı evde zaptedemiyorum. O tahta sıralarda oturmasını nasıl bekleyebilirim?” diye konuştu.

Milliyet

Okulun İlk Haftası İçin 8 Öneri

Okulun İlk Haftası İçin 8 Öneri


Anne babasını bırakmak istemeyen çocuklar ve bu duruma dayanamayan veliler… Okulun ilk günlerinde ciddi problemler yaşayan ve bunlarla doğru şekilde başa çıkamayan aileler ileride de benzer sorunlarla karşılaşabiliyor.

Çocuğun okula başlama sürecinde rahat olması ya da yaşadığı sorunları kolayca atlatabilmesi hem çocuk hem de aile için önemli bir uyum göstergesi.

Bazıları tarafından çocuk şımarıklığı gibi nitelendirilen bu hareketler zaman geçtikçe azalmak yerine artabiliyor. Özellikle okulun ilk günlerinde sadece çocuğun değil tüm ailenin davranışlarına özellikle dikkat etmeleri gerekiyor. Aksi takdirde küçük gibi görünen bu sorunlar ileriki dönemde psikolojik sorunlar olarak çocuğun karşısına çıkabiliyor. Bu durumda da en önemli görev anne babalara düşüyor. Çocuk Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Emel Bellibaş, okulun ilk haftasının rahat atlatılmasını sağlayacak önerileri şöyle soralıyor:

1- Çocuğunuzun endişelerini saçma bulmayın: Okula ilk kez gidecek çocuğun bu durumdan endişe duyması ve çekingenlik göstermesi çok doğal. Öncelikle onun yaşadıklarını anlayıp bu durumu "saçma” bulmadığınızı ona anlatın. Okulu çocuğunuzun büyümesiyle ve artık eğitime hazır hale geldiğiyle ilişkilendirin; ona,"Artık okula gidecek kadar büyüdün, bu beni çok sevindiriyor" tarzında güzel ve rahatlatıcı cümleler kurun.

2- Önce kendinizi hazır hissedin: Çocuğunuzun okul dönemi geldiğinde önce sizin buna hazır olmanız gerekiyor. Unutmayın ki sizin ruh sağlığınız en az çocuğunuzunki kadar önemli. "Bu haliyle okulda ne yapacak? Ezerler onu" ya da "Benden nasıl ayrılacak? Hiç ayrılmadık ki…" şeklindeki endişelerinizi ve ayrılma sürecindeki zorlukları çocuğa yansıtmanız uyum sürecini zorlaştırıyor.

3- Okula başlamadan önce yemek ve uyku saatlerini düzene sokun: Okul hazırlığınızı son güne bırakmayın. Mümkünse okul başlamadan bir süre önce çocuğunuza okula gideceğini söyleyin. Ayrıca çocuğunuzun yemek ve uyku saatlerini de düzene sokun. Okul öncesi dönemde çocuklar, canları istediğinde yemek yiyor, uykuları geldiğinde yatağa gidiyorlar. Okulun başlamasıyla birlikte çocuk bir sürü kuralla karşı karşıya kalıyor. Karşılaştığı bu kurallar onu strese sokuyor. Çocuğun bu stresini azaltmak için okula başlamadan önce belli saatlerde yemek yeme, oda toplama, televizyon izleme ve uyku gibi ihtiyaçlarını düzene sokun.

4- Çocuğunuzu ilk gün mutlaka okula gönderin: Okulun ilk haftasına sarkan tatil planları yapmayın. İlk gün çocuğun okulda bulunması çok önemli. Başlangıçta diğer çocuklarla benzer duyguları yaşadığını görmek çocuğu rahatlatıyor.

5- Okulun ilk günlerinde çocuğa çok kalabalık eşlik etmeyin: Okulun ilk günlerinde çocuğa anne veya baba eşlik edebiliyor. Ancak anneanne, babaanne ya da dedelerin de okula gelmesi anlaşılır bir durum olmakla birlikte çocuk açısından çok doğru değil. Bir çocuğun başında altı- yedi erişkinin olması durumu doğal olmaktan çıkarır. Ayrıca çocuğa aşırı özen göstermek okula uyumunu zorlaştırabilir.

6- Okula gitmeyi pazarlık konusu haline getirmeyin: Çocuk okula gitmek konusunda isteksiz de olsa bunun mümkün olmadığını belirtin. Bu durumu bir pazarlık konusu haline getirmesine izin vermeyin.

7- İlk günler okul bitiş saatinden biraz erken okula gidin: İlk günlerde bitiş saatinden biraz önce okulda olmanız çocuğunuzun kaygılanmasını engelliyor. Hatta öğretmeninden izin alıp çocuğunuzu zil çalmadan biraz önce de okuldan alabilirsiniz. Gecikecekseniz ya da onu okuldan bir başkası alacaksa bunu açıkça söylemekten çekinmeyin. Oyun kurmak, yalan söylemek belki o günü kurtarıyor. Ancak uzun vadede iletişiminizi bozuyor.

8- Çocuğunuz okula gittiği için onu ödüllendirmeyin: Hiç kuşkusuz bir ebeveyn için çocuğu öğretmenine emanet edip okuldan uzaklaşabilmek çok da kolay değil. Bunu çocuğunuza hissettirmeyin. Veda anını uzatmayın ve durup durup sarılmaları sınırlandırın. Okula gittiği için çocuğunuzu asla ödüllendirmeyin. Sadece çocuğunuzun gerçekten büyüdüğünü gördüğünüzü, onunla gurur duyduğunuzu ve her zaman yanında olacağınızı ona anımsatın.
BU DAVRANIŞLARDAN KAÇININ!
- Çocuğunuzun sorularını cevapsız bırakmayın: Gerekli olan açıklamaları mutlaka yapın. Çocuğun sorularına yanıt vermemek, konuyu yok saymak veya ertelemek çocuğun kafasındaki soru işaretlerini daha da artırıyor.
- Çocuğunuza acımayın. Çocuğunuza “Okula gitmek zorunlu. Biz de seni aslında onun için okula gönderiyoruz.” tarzında bir düşünceniz olduğunu asla yansıtmayın.
- Onun için endişelenmeyi bırakın. Yoğun endişe yaşamanız çocuğunuzun da endişe duymasına neden olabiliyor.
- Çocuğunuzu rahatlatmak adına fazla ve gereksiz ayrıntılara girmeyin.
- Okulu gereksiz ve zamansız ziyaret etmeyin. Fazla yapılan ziyaretleri öğretmenleri de huzursuz edebiliyor.

- Okuldan korkan ya da okul söz konusu olduğunda sıkıntı duyan, karnı ağrıyan, bulantı veya kusması olan çocuğu bu yakınmaları nedeniyle okula göndermemezlik yapmayın.
- Organik bir sorunu olmamasına rağmen uzun raporlar almayın. Çocuk rahatlasın diye uzun tatillere götürmeyin.
- Çocuğunuzun okul korkusuyla dalga geçmeyin. "Evet haklısın, orada koca koca canavarlar var, belki de seni yerler" gibi cümlelerle hem çocuğun durumunu anlamadığınızı göstermiş olur hem de korkuyu pekiştirirsiniz.

ERGENLİK DÖNEMİ SORUNLARINA NEDEN OLABİLİR
Çocuğun okula devamının sağlanamaması, akademik, sosyal ve duygusal gelişiminde sorunlar yaşamasına neden olabiliyor. Çocuğunuz okula gitmediğinde zihinsel kapasitesini geliştiremiyor, temel akademik becerileri kazanamıyor. Ayrıca sosyal yönden de sorunlar yaşıyor. Yaşıtlarıyla sağlıklı ilişki kurmakta zorlanabiliyor. Öğretmeni ve okuldaki diğer erişkinlerle uyum sağlayamaması, ebeveynleri dışındaki erişkinlerle de ilişki kurmamasına neden olabiliyor. Bu uyumsuzluk ergenlik döneminde de iletişim kuramama sorunuyla yeniden gündeme gelebiliyor.

Okuldan, sosyal çevreden uzaklaşan çocuk bir süre sonra performans kaygısı yaşayabiliyor, içe dönüklüğü artabiliyor, kendine akademik hedefler koymaktan kaçınıyor ya da hedeflerini küçültüyor. Yalnızlık duygusunda artışla birlikte evden çıkmayan, internete bağımlı ergenler halini alabiliyorlar. Vücut algılarında bozulmalar, yeme bozuklukları, obezite, öfke patlamaları da bu çocuklarda sık görülüyor.

ntvmsnbc

26 Haziran 2012 Salı

YAŞAM İNSAN KILIKLI KURT VE ÇAKALLARIN İYİ İNSANLAR 

ÜZERİNDEKİ EGEMENLİĞİDİR...

27 Mayıs 2012 Pazar

18 Mayıs 2012 Cuma

19 mayıs ve taşıtlar slaytları
http://www9.zippyshare.com/v/3735289/file.html




16 Nisan 2012 Pazartesi

13 Nisan 2012 Cuma

Çocuğa Ceza Vermek

Ceza, olumsuz bir davranışın yapılmasından sonra o davranışa bağlı olarak, davranışa yönelik yaptırımın uygulanmasıdır (yani yemeğini yemedin parka gitmeyeceksin cezası olmaz yemek başka park başkaJ). Ceza istenmeyen davranışların ortadan kaldırmaya yönelik tedbirlerden biridir (yemeği bitene dek masada tek başına oturmak bir cezadır, parka gitmek ama parkta yemekte uzun kaldığı için parkta oynama süresinin azalması büyük bir cezadır). Cezalandırma, davranışı değiştirmez, ancak bastırabilir. Bu yönüyle ceza, yeni bir davranış öğrenmeyi değil, istenmeyen olumsuz bir davranışı yapmamayı öğretmektedir. Ceza hem suçu aşmamalı hem de uygulanabilir ve gerçekçi olmalıdır. Terlik giymemek, yemekten önce elini yıkamamak, sofrada eğri oturmak, evin içinde koşmak, cezalandırma nedeni olmamalıdır.

Davranışları sadece ceza ile yönlendirme sorun doğurur. Bu durum çocuklarda; korku, kin, nefret gibi duyguların oluşmasına sebebiyet verebilir. Hakaret gibi ceza uyarıcıları, çocuğun karakter gelişimini olumsuz yönde etkiler. Üstelik bu ceza yöntemine karşı çocuk, bir çeşit bağımlılık kazanacağından süreç itibariyle cezanın dozunun sürekli artırılması gerekecektir. Örneğin sürekli uyarılan ceza alan çocukta bir süre sonra bu sözlere karşı bir “sağırlık” başlayacak tamam cezamı çekerim bildiğimi de yaparım fikri gelişecektir.

İlk kural davranış çığırından çıkmadan çocuğun durdurulmasıdır. Bu kesin bir dille ve kararlılık belirten bir ses tonuyla yapılmalıdır. Soğukkanlı bir tutumla daha iyi sonuç alınır. Aslında çocuklar neyin niçin yapılmaması gerektiğini çok iyi bilirler. Uzun söylevler çekerek, çocuğa suçunun sonuçlarını abartarak anlatmak etkisiz bir yoldur.  Ebeveynlerin çocuklarının hayatına kazandıracakları olumsuz davranışları engellemek yerine olumlu davranışlar kazandırmak olmalıdır. Ceza yönteminde oluşabilecek önemli sorunlardan bir diğeri de, algının bozulmasıdır. Ceza yöntemi çocuk üzerinde etkili olduğunda, bu durum zamanla ceza yöntemini uygulayan anne babalar için algı bozulmasına yol açar. Ebeveyn, çocuklarının olumsuz davranış sergilemedikleri zaman bu noktaya odaklanıp kalırlar. Yani sadece istenmeyen davranışların engellenmesiyle, olması gereken güzel davranışların eksikliği, zamanla, anne baba için önemli olmamaya başlar. Bazı durumlar da çocuk cezadan kaçmak için yalana sığınabilir. Bu şekilde de çocuğun olumsuz bir davranışı bastırılmaya çalışılırken, başka bir olumsuz davranış ortaya çıkabilir. Sözgelimi, evdeki bir eşyaya zarar veren çocuğun cezalandırılması, çocuğun cezadan kaçmak için yalan söylemesine yol açabilir.

Ceza konusunda tutarlı davranmak da önemlidir. Bir gün cezalandırdığınız davranışı başka bir gün hoş görüyorsak cezanın eğitici değeri düşer. Çocuktan isteklerimizi anında yerine getirmesi beklenmemelidir. Örneğin bahçede oynayan çocuğu çağırır çağırmaz gelmedi diye cezalandırmak yerine. On-onbeş dakika öncesinden seslenerek bir daha seslendiğimde evde olacaksın (ya da saati varsa şu saatte evde olacaksın). Çünkü çocuğun oyundan kopması zordur. Beş on dakika süre tanınmalıdır. Ortalığı dağıtan bir çocuğa ‘Hemen şimdi odanı topla diyorum sana’’ demek yerine “yemekten önce bunları toplamayı unutma” diye kesin konuşmak daha etkili olacaktır.

Cezanın etkili olması için gereken şartlar:
·        Denetlenen, cezayı yoksun bırakıcı, tehlikeli ve acı verici olarak algılamalıdır.
·        İstenmeyen davranışın yok edilmesi için ceza yeteri kadar caydırıcı olmalıdır.
·        Denetlenen cezadan kaçamamalı ya da gereksinimini karşılayabilmek için denetleyene bağımlı bir ilişki içinde olmalıdır.
·        Ceza, kabul edilmeyen davranışın hemen ardından gelmelidir.

Ceza yaptırımı üç şekilde uygulanır:
1. Ceza, istenmeyen olumsuz davranışlara karşı genel olarak iki şekilde uygulanır. İlki, istenmeyen olumsuz davranış sert / itici bir yaklaşım ile sonuçlandırılır. Dayak atmak gibi... Bu ceza, diğer yöntemler işe yaramadığında en son çare olarak kullanılsa bile hiç uygun bir davranış değildir. Model alarak öğrenen çocuk da diğerlerine (kardeş ya da arkadaşlarına) vurmayı öğrenir. Çocuk önce ikaz edilir, eğer aynı davranışı sürdürürse, ona önceden belirlenmiş bir odaya ya da odanın bir köşesine gitmesi, orada bir süre (saat gösterilir), genellikle de bir sandalyede sessiz bir biçimde beklemesi söylenir. Eğer oraya gitmemekte direnirse, kucaklanarak oraya götürülür ve bir süre orada kalması sağlanır. Bu cezanın neden verildiği birkaç cümle ile ona anlatılmalıdır. Çocuğun bekletildiği oda ya da yer çocuk açısından herhangi bir tehlike içermemelidir. Bekleme süresi, çocuğun yaşıyla aynı olmalıdır. Mesela, 4 yaşındaki bir çocuk için 4 dakika gibi. Ceza süresi uzun olursa, çocuk neden oraya konduğunu bir süre sonra unutacaktır. Eğer çocuk, böyle bir cezayı protesto edip, duruma itiraz ederse bekletilme süresi uzatılabilir. Bu durum iki hafta içinde çocuğa uyum sağlamayı öğretecektir. Burada yapılan en büyük yanlış annelerin çocuklarına kızdıktan bağırdıktan sonra onları aşırı şımartmaları, vicdan azabı çekip çocuğa karşı aşırı izin verici davranmalarıdır. Ceza süresi dolan çocukla neden orada olduğu konuşulmalıdır. Çocuk ilk etapta o bana vurdu, sen bana böyle yaptın gibi cümleler kuracaktır. Bu durumda çocuğa kendi yaptığı sorulmalıdır ve kendi davranışı sorgulatılmalıdır. Örneğin: “ben, ….dan dolayı buradaydım” diyene dek (orada olma nedenini itiraf edene dek) konuşmaya devam edilmelidir. Ebeveynler “tamam o sana …. yapmış olabilir ama sen neden burasın bana söyler misin?” şeklinde sorularla çocuğu yönlendirebilirler. Çocuktan yine “ben” diliyle başlayan bir cümle kurarak köşeden kalkması istenir. Örneğin, “arkadaşlarıma iyi davranacağım” ya da “vurmayacağım” doğru cümleler değildir. Bu şekilde cevap veren çocuğa “peki arkadaşına iyi davranıp ne yapacaksın” ya da “vurmayacaksın ne yapacaksın” soruları yöneltilebilir. Çocuktan beklenen cevap “ben oyuncağı isteyeceğim, sıramı bekleyeceğim vb.” kendi davranışına yönelik ifadeler olmalıdır. Ebeveynler de en son “ben de sıranı bekleyeceğine inanıyorum” diyerek çocuklara olumlu pekiştireç vermelidirler.


2. İkinci yaptırım ise, ödülün kaldırılmasıdır. Bu durum çocuğun çok severek yaptığı işlere kısıtlama getirilmesidir. Sokağa çıkma yasağı gibi yaptırımlar bunun içindedir. Çocuklar, anne - babalarını dinlememekte ısrar ediyorlarsa, kısıtlama yoluna gidilir. Ödülün ortadan kaldırılması yöntemi uygulanırken bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Beslenme gibi çocuğun gerçekten ihtiyaç duyduğu şeylerde kısıtlamaya gidilmemelidir. Bu yöntemin gerçekten etkili olması isteniyorsa, çocuğun gerçekten yapmak için çok heves ettiği bir şey kısıtlanmalıdır. Ayrıca ebeveyn, kısıtlanacağını belirttiği hususu gerçekleştirmelidir. Örneğin, çocuğa davranışını düzeltmediği sürece çikolata yiyemeyeceği söylenmişse, davranışını düzeltmediği ya da olumlu davranış göstermediği sürece gerçekten çikolata alınmamalıdır.

3. yöntem, çocuğa yaptığını düzelttirmek yoludur. Bilerek kırdığı bir arkadaşının oyuncağını ya da bir camı çocuk harçlığından ödemelidir. Kardeşlerinin ya da arkadaşlarının eşyalarına bilerek verdiği zararı da ödemelidir. Bu yol, çocuğa davranışının sonucuna katlanması gerektiğini öğretir.

Sonuç olarak; çocuk eğitiminde ceza yöntemine geçilmeden önce, eldeki tüm imkânlar denenmelidir. Eğitim sürecinde, ceza yönteminin çocuğun eğitimine ve psikolojisine katkı sağlamadığını fark etmek gerekir. Yalnızca çok istisnai durumlarda ceza yöntemi olumlu sonuçlar verecektir. Bu nedenle ceza yöntemi, bütün yollar denendikten sonra hala devam eden olumsuz davranışların bastırılmasında son çare olarak kullanılabilir.

Sevgiler,

Gülçin KARADENİZ

4 Nisan 2012 Çarşamba

Yedi Asır, Altı Satır.....

Kolay değil gerçekten de yedi asrı altı satıra sığdırmak, hele ki sevinç çığlıklarını ya da acı feryatları satırlarla ifade etmek çok zor. Bu yazımda sizlere belki de nice yedi asırlar geçirecek bir çınar ağacından ve onun son dört yılından bahsetmek istiyorum.

2000 yılının mayısında başladı her şey, her zamanki gibi batıdan iş dönüşü Bursa'ya 35 km. kala Gölyazı beldesi tabelası ilişti gözüme ve hemen yanında eski rum adı ile 'Apolyont'. Kendimi bildim bileli tarihi ve turistik yerlere merakım vardır, işte bu meraktan olsa gerek. Araba dönüverdi beş km. aşağıya doğru.


Biraz ileride Apolyont gölü yeni adı ile Uluabat ve gölün hemen kıyısı ve de kıyısına çok yakın bir adada kurulmuş Gölyazı beldesi. Yolun sonunda belde girişinde yol ikiye ayrılıyor, 'sahil yolu ve şehir' yazan iki el yazımı tabela ile yönleniyorsunuz, aslına bakarsanız eninde sonunda her iki yol da kavuşuyor bir birine.


Şehir merkezine doğru ilerlediğinizde sizi yarım adanın sonunda ulu bir çınar ile bir kö
prünün karşıladığını görebilirsiniz, 8 sayısını gözünüzün önüne getirin, bir yarısı gölün içinde ada, diğer yarısı da kara bağlantılı ve yaklaştığı noktada da bir köprü ile bağlantı var. Köprü özellikle kış aylarında anlam kazanıyor çünkü yükselen göl suları ada ve karayı bir birinden ayırıyor, yaz aylarında ise köprüye paralel alttan servis yolu kullanmak mümkün.

Beldeyi dolaşıyorum, gözüme çok eski evler yine Rumlardan kalan bir kilise adanın etrafını saran surlar, kale duvarları ve antik tiyatro kalıntıları ile gölde imarı olmayan irili ufaklı 3-4 ada daha dikkati çekiyor, hatta bu adalardan birinde bir manastır bulunduğu ve bu manastırın kale içerisinden bir dehliz ile beldeye bağlantısı olduğu bile söylenmektedir.


Belde sakinlerinin geliri, yüzde 90 balık ve kerevite dayanmaktadır, tabii ki azda olsa bunun getirdiği yan işlerde mevcut, mesela akaryakıt temini, ağ yapımı, av malzemesi satışı, tekne ve sandal tamiri, meraklısına kayık ile ada ve göl gezintisi gibi yan gelirlerde var. Bazı çiftçi aileleri de zeytin, incir, süt, et, yumurta, bal ve tavuk ile geçim sağlıyorlar ama dediğim gibi bu oran yüzde 10 u geçmez.

Bursa'dan ulaşım için sabah öğle ve akşam olmak üzere, Gölyazı belediyesine ait otobüs seferleri mevcut.

Göl aynı zamanda kerevit bakımından çok verimli, yakın mesafedeki Akçalar beldesindeki Kerevitaş işleme tesisleri dışa açılım ile ihracatımızı desteklemektedir.

Göl turu, ada turu derken, bu yöreden ve tarih kokan sokaklardan oldukça etkilenmiş durumda.

prübaşındaki çay bahçesine oturdum, aldığım bir bardak sodayı yudumlarken hemen yanı başımda yükselen çınara takıldı gözüm. Ve şunları düşündüm, benim 1 bir saatte dolaşıp 'burayı da gördüm' dediğim yerde belki de bin yıldır nöbet bekleyen bu ağaç kim bilir ne savaşlar, acılar, düğünler ve ölümlere şahit olmuştu, sanki roman gibiydi, bir şiirdi adeta yaşadıkları.

Bana soda getiren garsona ve yan masadaki en az çınar kadar yaşlı görünen dedeye ağacın yaşını sorduğumda bana bir sayı söyleyemediler, adı nedir sorusuna da belli bir adı yok bazıları 'Koca çınar' der cevabını aldım.


Oradan kalktım, kö
prüyü tekrar yürüdüm saat akşamın yedi buçuğu olmuştu belediye başkanı yerinde olmayacağı kesindi ama ufacık adada nereye gidebilir?
Belediye binasının önündeki çınarların altında otururken buldum Cavit Beyi, tanıştık görüştük. Çınarla ilgili pek bir şey o da aktaramadı, fakat üç yıl önce üniversiteden bir ekibin yaş tespiti için uğradığını söyledi. Ben de başkana, çınarın altında birkaç satırla karaladığım şiiri gösterdim, sayın başkan çok güzel gibisinden başını sallayıp, yüzüme 'her işimiz tamam birde ağacımızın şiiri eksik' der gibi bakıyordu. Ben başkana bu şiiri bir mermer levha üzerine yazıp ağacın yanına koyup koyamayacağımı sorduğumda, işletme sahibinin izini olması gerekir, belediyenin ödeneği yok bütçe sıkıntısı var dedi. Bu günün şartlarında başkan haksız da değildi.

Ben de eğer bu ağacı iyi reklam edebilirsek, biyo-fizik yapısını, yaşını, konumunu, su damlayan dallarını ön plana çıkara bilirsek belde için yerli yabancı turist akımı oluşturarak ziyareti ve dolayısıyla ticareti artıra bileceğimizi belirttim.


Ertesi gün soluğu Uludağ Üniversitesinde aldım. Amacım ziraat fakültesine gitmek ve ağacın raporunu bulmaktı. İlk olarak kendi tanıdığım psikiyatri hocam Selçuk Bey'e konuyu açtım, o da bana bu araştırmaların İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından yapıldığını ve Bursa kültür park içerisindeki arkeoloji müzesinden bilgi alabileceğimi söyledi.


Arkeoloji müzesinde yaptığım görüşmelerin sonucunda, Bursa Tophanedeki kültürel varlıkları koruma derneğine gittim. Aradığım çınarın dosyası, yaşı, envanter numarası, karar numarası, tescil tarihi çıkarıldı, ben tüm bu bilgiler ile orman bölge fidanlıklar müdürlüğüne oradan da park ve bahçeler müdürlüğüne gittim, amacım bu muhteşem ağacın iki ayrı cephesine birer tane plaket alabilmekti. Park ve bahçeler müdürlüğü bana seri plaket yapımının durduğunu ama istersem Haşim İşcan caddesindeki Sedef tabelada yetki olduğunu ve bu resmi yazı ile yaptıra bileceğimi belirtti.


Plaketler çıktı fakat yine belediyeden ödenek çıkmadı. Olsun, iki tane plaket bu işin belki de en ekonomik bölümüydü. Sıra geldi şiirin yazılması, nakliyesi ve montajına, her şey iyi gidiyor hiçbir aksilik yok fakat benim içimde ifade edilmez bir heyecan ve korku ile karışık endişe vardı. Bu aslında Gölyazı beldesi halkının beni, yapılanları ve şiiri nasıl karşılayacağına dayanan bir endişeydi.




Beklenen gün geldi, kamyonet ile şiirimiz indirildi çınarın altına, demirli kiriş betonda atıldı. Her şey çok iyi gitti, aradan 10–15 gün geçti, halktan hiçbir olumsuz tepki gelmedi. Takip eden günlerde, belde girişine sahil yolu kavşağına ve ağacın yanına da 'ağlayan çınar' yazan taştan oyma yarım metreküp hacimli iki ayrı yön taşı yaptırdım.


Evet burada ilk kez ağaç için 'ağlayan çınar' adını kullandım. Çınar adeta ağlıyordu, yere paralel uzanmış dev bir gövde ve içinden dökülen billur gibi bir su ve buna eşlik eden dallar, bazı zamanlar var ki dalların ucundan kan ağlarcasına renkli ve yürekleri buran gözyaşları, göle karışıp gidiyor. Bakın, bir hafta sonu ziyaretçisinin şiiri okuduktan sonra yorumu şöyle oldu;

'Yedi asır'ı, altı satır'a sığdırmak kolay olmasa gerek'


Buna kulak misafiri olduğumda çok etkilendim ve şiirimi yeniden ilk defa gelen bir ziyaretçi gibi okudum....


TARİHİN VERDİĞİ YORGUNLUKLA, YAN YATMIŞ ULU BİR ÇINAR.

LAKİN YAŞAMAKTAN UMUDUNU KESMEMİŞ, UZANMIŞ ÖYLESİNE
BAĞRI YANIK, YAPRAKLARI HÜZÜN, İÇİ KAN AĞLARCASINA
SAVAŞLARA, ACILARA, KARA SEVDALARA, TERCÜMAN OLURCASINA
ARDINDA, SEVGİ BAHÇESİ AÇAMAYAN GONCA BİR GÜL
ÖNÜNDE, OLUK OLUK GÖZ YAŞLARININ ESERİ, KOCA BİR GÖL..

Sanki bu dizeleri ilk kez duyarcasına doldu gözlerim.

Bir şeyler daha yapmak lazımdı bu belde ve ağlayan çınar için, ilk önce bir çeşme yapmayı planladım ardından da gözyaşlarını toplayıp gösterebileceğimiz mermerden oyma, büyük çınar yaprakları.

Haziran ayının 15 i oldu okullar kapandı insanlar gezecek sakin yerler ararken ağlayan çınardan bihaber hafta sonları tatiller akıp gitmeye başladı.


Bu kez, Gölyazı ve ağlayan çınarın tüm Türkiye'ye duyurulması çabasına girdim. Öncelikle yerleşim biriminin ve ağacın toplam 30 adet digital fotoğrafını çekip diz üstü bilgisayara yükleyerek, Köy hizmetleri bölge müdürlüğü asfalt işleri müdürü ile görüştüm. 5 km. lik yolun asfalt tamirleri ile giriş deltalarının ve kavşağın düzenlenmesini istedim. Bunu isterken de bilgisayardan durumu ve sorunları anlattım, bu görüşme başarı ile tamamlandı.


Daha sonra Karayolları Bölge müdürlüğü için randevu aldım, randevuyu şimdi bir kez daha bu yazım da teşekkür edeceğim Hikmet Işıtan Bey'den aldım. Görüşmenin konusu bu kez asfalt değil karayolu bilgi levhasıydı. Epey bir sözlü görüşmenin arkasından slide izlenimlerini takiben karayolları müdürümüz bana şunları sordu.


- Bu 'ağlayan çınar' ismi nerden geliyor.?

- Ben uydurdum efendim.
- Sen mi? Uydurduğun. Eeee! uydurduğun isme devletten levhamı istiyorsun.
- Bu levha, beldenin turizmi ve kalkınması için kilit görev teşkil edecek kanısındayım.
- Senin bundan ne menfaatin var? Halka mâl olmuş bir isim olması gerekmez mi?
- Peki müdürüm, çok özür dilerim, Türkiye'den bazı örnekler vereceğim hem de kimsenin menfaatinin olmadığı, Ayvalıkta 'şeytan sofrası' Şilede 'ağlayan kaya' Fethiye'de 'ölü deniz', Manavgat'ta 'titreyen göl' ve daha kim bilir neler. Bunları kim uydurmuş? Sayın müdürüm deniz ölüyor, göl titriyor da, çınar neden ağlamasın, bırakın bizim çınar'da ağlasın.
- Peki dediğin gibi olsun, onbeş gün içerisinde bu işi bitiririz.

Aslına bakarsanız işin en zor bölümü buydu bence diğer yapılanlar ekonomik güce bağlı olarak kat kat yapıla bilirdi. Köy hizmetleri ve Karayollarına tekrar sonsuz teşekkürler.


Bu gün artık Bursa-İzmir karayolunun 35. km.sinde geliş ve gidiş yönlerinde Ağlayan Çınar tabelalarını görebilirsiniz, aynı tabeladan çınar ağacının tam dibine de turizm tespit noktası olarak konulmuştur.


Gün geçtikçe basında ve televizyonda da zaman zaman yer alan Ağlayan Çınar sezonda haftada 600 ila 1000 kişiyi ağırlar duruma gelmiştir, bu benim için gerçekten büyük bir gurur ve mutluluk kaynağıdır.


Bugün, Gölyazı beldesi denildiğinde ilk akla gelen Ağlayan Çınar olmaktadır, Gölyazı beldesi 1500 nüfuslu, ilköğretim okulu, sağlık ocağı ve eczanesi olan bir belediyedir.

Sabahları sezon ve mevsime göre göl balıklarını mezatta bulabileceğiniz gibi aynı zamanda Ağlayan Çınar canlı balık lokantası ve çay bahçesinde de afiyetle yiyebilirsiniz.

Çınar altında sergilenen yöresel yiyecekler ve hediyelik eşyalar ziyaret yerine renk katmaktadır, köy fırını ve kasabında da hiçbir yerde bulamayacağınız lezzet ve doğallık vardır.


Doğa ve fotoğraf severler için Gölyazı beldesi bulunmaz bir fırsattır, özellikle gün batımı için zambak tepeye çıktığınızda Uluabat gölünün ayaklar altında kaldığını ve oluşan kızıl gurup içerisinde kaybolduğunuzu hissedersiniz.


Tarih ve doğanın gözyaşlarıyla noktalandığı yer
AĞLAYAN ÇINAR
Bursa İzmir karayolu 35.km Gölyazı beldesi
Apolyont / BURSA
www.aglayancinar.com

HIDIRBEY( MUSA) AĞACI VE EFSANESİ


Hatay'ın Hıdırbey Köyü'nde bulunan ve Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu tarafından anıt ağaç olarak ilan edilip koruma altına alınan
tarihi Musa ağacı Hatay'ın içinde barındırdığı önemli değerlerinden olan dev ağacın dalları bakımsızlıktan
kırılırken; çürümeye başlayan ağacın gövdesinde mantarlar oluşuyor.
Hatay'a gelen yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan ve Hatay'ın
inanç turizmi potansiyeline zenginlik katan ağacın gövdesinde mantar
oluşmaya başlarken, kırılan dalları tehlike saçıyor.
Rivayetlere
göre, yaklaşık 3 bin yıllık olduğu belirtilen, çevresi 20 metre, gövde
çapı 7,5 metre, yüksekliği yaklaşık 20 metre olan tarihi Musa ağacı, hem
Hatay'ın turizmine katkı sağlıyor; hem de Hıdırbey Köyü'nün başlıca
geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda.
Tarihi Musa ağacını
yaklaşık 30 kişi, el ele tutuşarak ancak çevresini dolanabiliyor.1923
yılında bir aile ile fotoğraf çektiren Fransız askerlerinin fotoğrafları
da İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından çerçevelettirilerek ağaca
asıldı.

Hıdırbey Musa Ağacının Efsanesi:

Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın Samandağ'daki buluşmasından
sonra, birlikte Hıdırbey Köyü'nün yanındaki Musa Dağı'na çıkmak üzere
yola çıkarlar. Hıdırbey Köyü'ndeki Musa ağacının bulunduğu yere
geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu yere bıraktıktan
sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içtikten sonra
yollarına devam ederler. Asasını suyun kenarında unuttuğunu anlayan Hz.
Musa, döndüğünde ise asasının yeşerdiğini ve bir fidan haline geldiğini
görür. O günden bugüne, o ağaç Musa ağacı olarak bilinir.
problemler--nu16-egitimciyizbiz@googlegroups.com.rar

http://www12.zippyshare.com/v/18716754/file.html

27 Mart 2012 Salı

Küçükken yapamadıklarımız,büyüyünce yapabildiklerimiz SLAYTLAR...

http://www1.zippyshare.com/v/14475768/file.html

Çocukluğumun Bayramları

Bir çırpıda büyümek imkanı verilseydi daha küçücük bir çocukken hiç düşünmeden kabul ederdim. Oysa büyüdükten sonra ne kadar da hayıflandım küçükken yapmak isteyip de yapamadıklarıma. Hele bir bayramı daha uzaklarda geçirecek olunca çocukluğumun bayramları ne kadar değer kazandı gönlümde. Hele o bayramlar ne kadar güzeldi!

                En mutlu, en özgür olduğumuz gün olurdu bayramlar. Bir de aldığımız harçlıklarla kendimizi zengin hissederdik bayramlarda. Babamı bayram harçlığı vermeye alıştırmak kolay olmadı, haliyle ev kalabalık olunca adamcağızın cebini sarsıyordu bayramlar. Mehmet ağabeyimin belirli bir standardı vardı; herkese eşit davranırdı. Tacettin ağabeyimin bayrama gelmesini çok isterdik. Zira en yüklü harçlığı her zaman o verirdi. Ali ağabeyim! İşte onun ne yapacağı hiç belli olmazdı. Daha okula gitmediğim, paraları şekillerinden tanıdığım bir bayramda evde annem ve babamdan sonra ilk önce Ali ağabeyim karşıma çıktı. Beni kollarımın altından tutup yukarı kaldırarak eğilmeden şapur şupur bir güzel öpmüş, sonra da “Gülümün bayramı büyük olsun!” diyerek o zamanda bildiğim en büyük beş bin lirayı kendi elleriyle cebime koymuştu.

                Ne kadar sevinmiştim, ne kadar mutluydum. Beş bin liram vardı, dile kolay be… Ama aldanmışım. Durumu bakkala; büyük bir özgüvenle, bakkalın hepsini satın alacakmış gibi bir edayla girip cebimde beş kuruş olmadığının farkına varınca anlamıştım. Nasıl da utanmıştım, yanaklarım kıpkırmızı olmuştu mahcubiyetten… Koşarcasına çıkmıştım bakkaldan.  Ağabeyimin eli gerçekten de beş bin lirayla cebime girmişti ama aynı el yine beş bin lirayla geri çıkmıştı. Ben de –saf çocuk – buna kanmıştım.

                Çocukluğumun Gündoğmuş’unda bayramlaşmak… Caminin kapısında sıraya girip yaşıtlarımızla tokalaşıp, büyüklerimizin ellerini öperek sokak aralarına kadar giren sıraları seyrederken bayramlaşmak…  Bayram namazında caminin nereye kadar dolacağını merakla izler, bayramlaşırken sıranın bankanın yanından dönüp bizim eve doğru gitmesini isterdim…

                Namaz çıkışı geniş bir aile olmanın doğal bir sonucu olarak bizim evde büyük bir curcuna başlar. Çünkü büyükten küçüğe aile fertleri bayramlaştıktan sonra kurbanlar kesilecek. Annem her zamanki gibi hazırlık içinde. Dizlerindeki ağrı ve kemik erimesinin sonucu olarak kollarını yanlara doğru açar ve hafifçe aksıyormuş gibi yürür. Yüzünde nurani bir tebessüm, alnında çekilen çilelerin izi birkaç derin çizgi ile bahçede sessiz bir hazırlık içerisinde.

                Babam her zamanki gibi bir ordu kumandanı edasıyla herkese emir ve direktiflerini yağdırıyor:

-          Mehmet çabuk ol,

-          Ali sen daha üzerini değiştirmedin mi?

-          Mustafa bıçakları getir!

-          Serdar narın dibine kan kuyusunu kaz!

-          Hamza gır tekeyi getir!

-          Hatun ateşi daha yakmadın mı?

-          Çocuklar! Çekilin ayağımın altından…

Ve işte büyük an… Bıçağın altındaki İbrahim’i düşünerek hepimiz ilk kurbanın başına toplanır, ellerimizi kurbanın üzerine koyar ve babamı bekleriz.

Aslında evimizde kurban duasını bilen başkaları olsa da babam her bayramda kurbanların duasını eder ve hep birlikte tekbir getirmeye başlarız. Tekbirin sonu ise “Bismillahu Allahuekber!”

Kesilen ilk kurbanın etinden bahçede alelacele pişirilen külbastı yıllar geçse de unutamayacağımız en büyük tatlardan biridir hala. Bu arada soframızın onur konuğu sessizce teşrif eder bayram bahçemize. Ninem Sütçü Kızı Fatma murt – mersin – ağaçlarının altına oturur ve başlar geçmişten bir şeyler anlatmaya. Ah Sütçü Kızı yıllar var ki bayramlarımız sensiz geçiyor…

Ah çocukluğumun bayramları… Şimdi çocuğumdan ve çocuğu olduğum anamdan babamdan uzakta yalnız bir bayram… Sahi ne güzeldi çocukluğumun bayramları!

Alıntıdır...

 

18 Mart 2012 Pazar

18 mart  Çanakkale Geçilmez.

11 Mart 2012 Pazar

BİR KAÇ CÜMLEYLE YENİ EĞİTİM SİSTEMİMİZ

1 - Kabul edilen teklife göre,  okulların  kademeleri, 4 yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile 4 yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan kurumlar olarak düzenleniyor.
 
Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor.
 
Teklife göre, ilköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. “Bu  okullarda  kesintisiz eğitim yapılır” ifadesi , kanundan çıkarılıyor.
 
İlköğretim birinci ve ikinci kademe  okulları  bağımsız  okullar halinde kurulabileceği gibi imkan ve şartlara göre birlikte de kurulabilecek.
 
2 - İlköğretim 6-14 yaş grubundaki  çocukların  eğitimi ve öğretimini kapsayacak, kız ve  erkek  bütün vatandaşlar için zorunlu ve Devlet  okullarında  parasız olacak.Yasanın yayımı  tarihinde  ilköğretim kurumlarının 5, 6, 7 ve 8. sınıflarında eğitim görenler, eğitimlerini bu kurumlarda tamamlayacak.
 
İlköğretim birinci kademesinin son ders yılında öğrencilere; ikinci kademede devam edebilecekleri, ikinci kademenin son ders yılında da ortaöğretimde devam edebilecekleri “ okul  ve programların hangi mesleklerin yolunu açabileceği ve bu mesleklerin kendilerine sağlayacağı  yaşam  standardı” konusunda tanıtıcı bilgiler verilecek. Bununla ilgili gerekli çalışmalar yapılacak.
 
3 - İlköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. Yasadaki “kesintisiz” ibaresi çıkarılıyor. İlköğretim kurumları, 4 yıl süreli ilköğretim birinci kademe  okulları  ile 4 yıl süreli ilköğretim ikinci kademe  okullarından  oluşur. İkinci kademe ilköğretim  okulları , ortaöğretim programlarıyla ilişkilendirilecek. Hangi programlar için ilköğretim ikinci kademe  okullarının  oluşturulacağı Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.
 
Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor. Bu  okulları  bitirenlere ortaöğretim diploması verilecek.
 
Düzenlemede belirtilen ilköğretim birinci kademe sonrasında hangi programların açık öğretimle ilişkilendirileceği ve zorunlu eğitim kapsamına alınacağı Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek.
 
4 - Yasadaki, “ilköğretim  okulu ” ibaresi, “ilköğretim birinci kademe” şeklinde değiştiriliyor.
 
Çırak olabilmek için “14 yaşını doldurmuş, en az ilköğretim  okulu  mezunu olmak” şartı da değiştiriliyor. Çırak olabilmek için 11 yaşını doldurmak ve ilköğretim birinci kademeden mezun olmak şartı getiriliyor.
 
Özet olarak 8 yıl eğitim şartı yine uygulanıyor ancak 4. Sınıftan sonra isteyen başka okulda devam edebilecek. Okullar da İlköğretim 1. Ve 2. Kademe şuan olduğu gibi aynı çatı altında olacağı gibi, ilk öğretim 1. Kademe ile 2. Kademe farklı okullar şeklinde de kurulabilecek.
 
5 -Teklifle, üniversiteye girişteki katsayı  uygulamasına  ilişkin düzenleme de yapılıyor.
 
Buna göre, Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri, imkan ve  fırsat  eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, YÖK tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak.
 
Yükseköğretim kurumlarına, esasları YÖK tarafından belirlenen merkezi sınavlarla girilecek. Yerleştirme puanlarının hesaplanmasında adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınacak. Ortaöğretim bitirme başarı notları en küçüğü 100, en büyüğü 500 olmak üzere ortaöğretim başarı puanına dönüştürülecek.
 
Ortaöğretim başarı puanının yüzde 12'si yerleştirme puanı hesaplanırken merkezi sınavdan alınan puana eklenecek.
 
Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar için mevcut kontenjanların yanı sıra YÖK kararı ile ayrı kontenjanlar belirlenebilecek.
 
Kişinin üniversitede, ortaöğretim kurumundan mezun olduğu meslek dalıyla aynı bölüme yerleşmesi halinde ortaöğretim puanına ek olarak, ortaöğretim puanının yüzde 6'sı yerleştirme puanına eklenecek.
 
Mesleki ve teknik orta öğretim kurumlarından mezun olan öğrenciler, bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya bunlara en yakın olan mesleki ve teknik önlisans yükseköğretim programlarına sınavsız olarak yerleştirilebilecek. Bu öğrencilerin yerleştirilmesine ilişkin usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığının görüşü üzerine YÖK tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.
 
Katsayı konusunda ise özetle Meslek liselerini mağdur etmemek şartıyla top YÖK’e atılmış ve tüm yetkiler YÖK’e verilmiş görülüyor.